Charlie Hebdo davasında doğru sözcükler aranıyor
Fransız hiciv dergisi Charlie Hebdo'ya yapılan saldırı hakkındaki davada yargıçlar dört haftadır davayla ilgili çeşitli kişileri dinliyor. İslamcı saldırganlar, Ocak 2015'te derginin yazı işlerinde ve yakın çevresinde 12 kişiyi, izleyen günlerde de bir kadın polisi ve bir koşer süpermarkette rehin aldıkları dört kişiyi öldürmüştü. Gazeteciler, dava sırasında fail ve fiil için doğru kavramları bulmanın ne kadar önemli olduğunu ele alıyor.
Sözün bittiği yer
Libération'dan tarihçi Virginie Sansico, yaşananları sözcüklerle ifade etmek kolay değil, diyor:
“Bu hukuk terimi olarak 'cinayet'in yerine, tanımları daha akıcı olan 'suikast' ya da 'terör' kavramları konuyor. Öldürme eylemini tarif etmek için 'adam öldürme'den söz ediliyor, suç özelliğini karakterize eden 'silahlı çatışma' ifadesi kullanılıyor, aşırı şiddet eylemine işaret etmesi içinse 'katliam' ve 'kırım' gibi sözcükler kullanılıyor. 7 Şubat 2015 günü işi nedeniyle Nicolas-Appert sokakta bulunan bir görgü tanığı, o gün yaşanan ve tesadüfen karşı karşıya kaldığı olaydan 'mesele' diye bahsetmeyi uygun gördü. Böylece terör vahşeti gündelik hayatımıza dahil olduğunda yasanın ve tarihin sözcüklerinin kısıtlılığını ve dördüncü haftanın başında, tarihini yazabilmek için doğru sözcükleri arayan bu sürecin zorluğunu gördük.”
Saldırganlar da bizim gibi insandı
Charlie Hebdo davasında ifade vermiş gazeteci Jean-François Kahn, faillerin birer barbar olarak resmedilmesine Le Soir'da karşı çıkıyor:
“'Barbarlar' mı? ... O zaman suç onlarda değil demektir. Bizim gibi değildiler ne de olsa. Yarı insan yarı canavar. Bu barbarlıktı onları bir şekilde suça iten. Bütün suç barbarlıkta, bu kişilerse neredeyse kabahatsiz. Ama öyle olmadıklarını biliyoruz! Barbar değildi, bizimle birlikte yaşayan insanlardılar. Tıpkı bizim gibiydiler. Yine 'bizim gibi' olan diğer birçok insan gibi tarih boyunca bu korkunç, ölümcül fanatizm virüsüyle enfekte oldular. ... Herkesi, ama herkesi katil, cani ya da soykırımcı yapabilecek ve milyonlarca Yahudiyi, inançsızı, gözden düşmüşü, serseriyi, ayrılıkçıyı, kafiri, farklı düşüneni ve revizyonisti öldürmesine neden olacak bir virüs bu.”
Hoşgörü can yakabilir
Yazar Emma Riverola'nın El Periódico de Catalunya'da yazdığı gibi hiciv, ifade özgürlüğünün teyididir:
“Ben Charlie Hebdo değilim. Karikatürleri bende genellikle, gülümsemeyle ilgisi olmayan duygular doğuruyor. Bir kız ve oğlan okul yolundalar, sırtlarında okul çantası yerine tabut var. [Yüzlerinde de maske; yeni ders yılı başlangıcı nedeniyle 26 Ağustosta yayınlanan kapak] 'Bu yılı çıkarabilecekler mi?' ... Ancak bu iğrenç karikatürün ya da [İspanya'da krala hakaretten suçlu bulunmuş rapçi] Valtònyc'in saçma sapan satırlarını savunurken ifade özgürlüğü hakkı tüm anlamını dışa vurur. Karikatürü, başkalarını rahatsız etse ya da yaralasa da kabullenmek, hoşgörüsüzlük ve körü körüne nefreti önlemenin en iyi yoludur. Zira en nihayetinde geçerli olan, silahların terörü karşısında kesinlikle ben de Charlie'yim!”
Açık konuşalım: Artık cesaret edemiyoruz
Charlie Hebdo, Paris'te görülecek davanın ilk celsesi görülürken tartışmalı Muhammed karikatürlerini tekrar bastı. Karikatürlerin bazılarını 2005 yılında aslen sipariş eden Jyllands-Posten bu tür girişimlerle arasına mesafe koymuş:
“Neyin ne olduğunu söylemeye şimdi cesaret edebiliyoruz: Bu iş artık fazlasıyla tehlikeli. Bu karar, olabilecekler karşısındaki korkuya dayanıyor. Ancak korku meşru bir his. Jyllands-Posten 15 yıldır istihbarat servisinin güvenlik raporlarının gölgesinde yaşıyor. Zihinsel bir kuşatma altında olmanın anlamını biliyoruz. Başka bir şeye öncelik vermemiz, ifade özgürlüğünü artık savunmadığımız anlamına gelmiyor. ... Charlie Hebdo'lu meslektaşlarımız ifade özgürlüğünün savunusunu bedellerin en büyüğüyle ödediler. Bu nedenledir ki, bugün onları anıyoruz.”
Müslümları eleştirenler, onlara saygı duyuyor
Ülkedeki entelektüel iklim değişti, diyor Causeur:
“Derginin sevenleri arasında bir büyübozumu havası hakim. ... Emmanuel Macron dün kutsal şeylere hakaret etmenin bir hak olduğunu hatırlattı. Ama dinlerin, bilhassa da belli bir dinin eleştirilmemesi gerektiği fikri siyasiler, gazeteciler ve tüm inançlardan müminler arasında giderek yaygınlaşıyor. Zira eleştiriyle zaten ayrımcılığa uğrayan insan grupları daha da dışlanmış oluyormuş. Hele karikatürünün hiç çizilmemesi gerektiği de ileri sürülüyor, zira şiddet içeren tepkilere yol açabilirmiş. ... İslam'a ya da başka bir inanca hakaret, elbette tek başına amaç olmamalı. Ama Müslümanlara asıl hakaret eden, onların 'özgürlüğün acılarını' (Alain Finkielkraut) kaldıramayacaklarını düşünenler.”
Çok başlı canavar yenilmiş değil
Večer'e göre terör saldırısı tehlikesinin engellendiğini söyleyemeyiz:
“Geçtiğimiz yıllarda büyük çaplı saldırıların gerçekleşmemiş olması, terörün kökünün kazındığı anlamına gelmiyor. Terörün devam etmesi için hala geçerli sebepler var. Birleşik Devletler ve diğer süper güçler, yaptırım korkusu olmadan dünyayı altüst ediyor, eşitsizlikler artıyor ve sağ ve solun marjinal uçları giderek güçleniyor. En önemli İslamcı terör örgütleri çoktan kayboldu ama bir yerlerde yenilerinin kurulmakta olduğu muhtemel. El Kaide, Usame Bin Ladin'in 2011'de öldürülmesiyle kaybolup gitti, IŞİD ise Halife Ebubekir el-Bağdadi'nin intiharıyla. Ama dünyanın bir köşesinde yeni bir Bin Ladin, yeni bir el-Bağdadi var. Hepsi de kendi günlerinin doğmasını bekliyor.”
Otosansür eğilimi son derece tehlikeli
Basın özgürlüğü konusundaki tutum son beş yıl içerisinde değişti, diyor müzisyen ve dramaturg Benjamin Sire, Le Figaro'daki yazısında:
“Charlie Hebdo'daki basın mensuplarının katledilmesinin üzerinden beş yıl geçmişken 'Charlie Hebdo ruhu' ve bizzat karikatürün ilkesi daha fazla sorgulanır oldu. New York Times'ın yakın zamanda aldığı kaygı uyandırıcı bir kararla, kamuoyunu şoka uğratmamak için sayfalarında artık karikatürlere vermemesi bunu kanıtlar nitelikte. ... Ne yazık ki hicivle ya da karikatürle ateşe körükle gitmeme kararı, sansürcülerin ve totalitarizm taraftarlarının ayakları altına kırmızı halılar serecektir.”
Bilmesinlerciliğe karşı demokrasi desteklenmeli
Charlie Hebdo ruhu savunulmaya devam edilmeli, diyor Libération:
“Evet, dinlerle, bütün dinlerle alay edebilir, bunların karikatürünü çizebilir, onları gülünç duruma düşürebiliriz. Ve evet, bu ifade özgürlüğü de demokrasimizin temel sütunlarından biri olmayı sürdürmeli. ... Ama bu durum, giderek yükselen İslam düşmanlığına karşı temkinli olmamamız anlamına mı geliyor? Hayır, bu tehlike gerçek. ... Görülmeye başlanan dava, polis tarafından vurulan üç saldırganın yokluğuna ve cinayetleri kimin azmettirdiği konusundaki belirsizliğe rağmen tarihi bir dava. Acı bir hatıranın kayıtlara geçirilmesine yapacağı katkının, -zorlu da olsa- hakikat arayışının ve nihayetinde varacağı hükmün tek bir amacı olmalı: Demokrasimizi her türlü bilmesinlerciliğe karşı güçlü kılmak.”