Bilişim devleri yeni bir risk
Tıpkı mali kriz öncesinde olduğu gibi, günümüzde de bir azınlığın elinde toplanmış büyük bir etki gücü var, diyor The Times:
“O dönem bu güç bankacıların elinde toplanmıştı, bugün ise fazla güçlü olan ve yanlışlıkla ekonomimizin çökmesine neden olabilecek Google, Facebook ve benzeri şirketlerin. Bizi bekleyen başka tür bir kriz. Günün birinde bu dev şirketleri nasıl dizginleyeceğimize, onları nasıl yere yıkıp, demokratik hükümetlerimiz tarafından bizim adımıza konan kurallara uyduklarından nasıl emin olacağımıza karar vermek zorunda kalacağız. Tekonolojiyi elinde tutanların bize değil, bizim teknolojiye hakim olmamızı ancak bu yolla sağlayabiliriz.”
Bankalar neyse ki Hollanda'yı es geçiyor
Bankacılık krizinden on yıl sonra Royal Bank of Scotland, Brexit süreci içerisinde yeniden Hollanda'ya taşınacak. Neyse ki, bu sadece bir istisna diyor NRC Handelsblad:
“Krizden çıkardığımız bir ders, büyük bir finans sektörünün her zaman yararlı olmadığı. Ekonomi, para ve sermaye işlerine fazla bağımlı olduğunda, bu sektörlerde bir şeyler yolunda gitmediğinde en büyük darbeyi yine ekonomi alacaktır. ... Evet, finans sektörünün denetimi için önemli adımlar atıldığı doğru. ... Ama düzenleme ve denetleme mekanizmalarında adet olduğu üzere bunlar uygulamanın, inovasyonun ve ulaşılan boyutların hep gerisinde kalıyor. ... Hollanda, finans kuruluşlarının ülkeye gelmesine getirdiği katı kurallarla, cazibesini biraz yitirdi. Ancak krizin yıl dönümünde, bu cazibe kaybının gerçekten de kötü bir şey olup olmadığı sorusu geliyor akla.”
Konjonktürde hiçbir düşüş on yıl sürmez
Krizin sonuçlarıyla baş edebilmek için sistemde bir değişikliğe gereksinimimiz var, diyor El Periódico de Catalunya:
“Domino taşları tek tek devrilmeye başladı ve bu sırada bankaları, tasarruf fonlarını, dünyanın yarısındaki inşaat sektörlerini ve borç yükü altında kalmış ülkeleri de beraberinde sürükledi. ... Alınan olağanüstü yardım önlemleri kanamayı durdurmayı başarsa da, on yıl öncesinin refah ve güvenini geri getiremedi. On yıl süren bir kriz, konjonktüre bağlı bir düşüşten fazlası demektir. ... Bu durum [krizden etkilenen birçok kurban için] artık olağanüstü bir durum değil, gündelik hayata dönüşmüş bir durum oldu. Artık yeniden canlanma değil, sistemde bir değişikliğin gerçekleşmesini bekliyorlar.”
Mantığın esamesi okunmuyor
Aradan geçen on yılda ne hükümetler ne de finans dünyası herhangi bir şey öğrenmiş değil, diyor Jyllands-Posten:
“Wall Street'teki büyük bankaların yöneticileri hala üç haneli milyon tutarındaki yıllık maaşlarını almaya devam ediyor. ... Avrupa'da işsizlik hala on yıl önceki düzeyin üzerinde ve birçok Avrupa ülkesinde genç nüfus işsizliği ürkütücü düzeylerde seyretmeyi sürdürüyor. ... Acilen gereksinim duyulan siyasi ve ekonomik reformlar, İtalya ve Fransa örneklerindeki gibi verilen boş sözlere dönüştü. ... Ekonomik büyüme sevindirici, krizler karşısında verilecek tepki olanaklarının iyileştirilmiş olması da öyle. Ancak inandırıcılıktan uzak yükseklikteki hisse senedi fiyatları nedeniyle, öncekinin hesabı daha ödenmeden bir sonraki kriz kapımıza dayanabilir.”
Para ağaçta yetişmiyor
Corriere del Ticino krizin nedenlerini hatırlatıyor:
“Bundan on yıl önce küreselleşme, sınırı olmayan bir fenomen olarak kabul ediliyordu. Bu sürecin parçalarından biri de insanların aldıkları riski, egzotik adlarının ardına gizleyen yeni finans araçlarıydı. Menkul kıymetleştirmenin sonsuz örgüsü içinde asıl borçlunun kim olduğu belirsizleşti. Kredi ile yatırım bankaları arasındaki ayrım, yatırımcıları haddinden fazla cesur mali operasyonlar yapmaya teşvik etti. ... Likit paranın çokluğuna bir de faizlerin düşük olması eklenince, finans brokerleri burada olağanüstü kâr olanakları gördü. Ama para dediğiniz ağaçta yetişmiyor, ne eskiden ne de olağanüstü zeki algoritmaların olduğu günümüzde.”
On yılın hataları
Ekonomi uzmanları Alberto Alesina ile Francesco Giavazzi, Corriere della Sera gazetesi için kaleme aldıkları yazılarında mali krizin aşılması sırasında yapılan büyük hatalara işaret ediyor:
“Obama hükümeti, büyük altyapı projelerine yatırım yapmak yerine vergi indirimi konusunda daha kararlı davransaydı krize karşı daha etkili tepki vermiş olurdu. Avrupa'da ise 2011-2012 yıllarında İtalya'daki gibi vergi baskısını arttırmak yerine İrlanda ya da Britanya gibi bütçede kesinti yapmaya ağırlık verilseydi, tasarruf politikasının maliyeti daha düşük olurdu. İtalya gibi ülkelerin banka istikrarının önemini anlamaktaki hantallıkları ise bambaşka bir hikaye. Son olarak da tek amacı Alman ve Fransız bankalarına yardım etmek olan karmaşık bir göstermelik düzen kurmak yerine, Yunanistan'ın iflasının hemen kabul edilmesi gerekirdi.”
Finans lobisine hala ödünler veriliyor
Le Soir'e göre, siyasi Avrupa'da hiç kimse, finans krizinden çıkarılan dersleri hatırlamak istemiyor:
“[Bankalara uygulanan] Katı denetleme kuralları, kredi dağıtımını engelledikleri ve Avrupa dışı büyük rakipleri karşısında 'yıldız oyuncularımızın' (yani büyük Fransa ve Almanya bankalarının) rekabet gücünü düşürdükleri gerekçesiyle artık sorgulanmaya başlandı. Daha da fenası ise, Avrupa Komisyonu'nun menkul kıymetleştirmeyi, yani bankaların kredileri (dolayısıyla da riskleri) başka yatırımcılara aktarmasına izin veren, böylelikle de ABD'nin Mortgage pazarındaki kötü sub-prime kredilerin tüm dünyaya yayılmasına neden olan tekniği yeniden canlandırmak istemesi. Bu krizin bize öğrettiği, büyük mali kuruluşlar için iyi olanın, otomatik olarak ekonomi için iyi olmayabileceği; bu dersi ne çabuk unuttuk.”
Aşağıya yeterince para inmiyor
La Vanguardia, kalkınma ivmesinin hala istikrarlı bir temele oturmadığını hatırlatıyor:
“Mevcut büyüme, kamuda ve özel sektörde abartılı borçlanmaya dayanmakta; bu borçlanma, sürekli krize geri düşme riski yaratıyor. Ancak dünya ateş üzerinde gerilmiş ipte yürümeye alışmış durumda. ... Bugüne kadar çözülememiş bir sorun var: Ekonominin, günümüzde neredeyse bedelsiz dağıtılan devasa miktarlarda parayla bugünkünden çok daha fazla büyümesi ve daha fazla istihdam yaratması gerekirdi. Buna koşut olarak refahın daha iyi şekilde dağıtılmasına yönelik çalışmalar yapılmalıydı ki, giderek artan eşitsizlikle mücadele edilebilsin. Bu da, İspanya dahil, dünyanın hiçbir ülkesinin bir adım bile yaklaşamadığı bir hedef.”