Avrupa'nın kaderi seçmenlerin elinde
Avrupa seçimleri, bugün Çekya ve İrlanda'da yapılan oylamalarla devam ediyor. Medyanın haftalardır yoğun ilgi gösterdiği seçim, Avrupa için bir kader seçimi. Pazar günü sona erecek seçim maratonunun başlamasının ardından gazeteciler, toplam 418 milyon insan için önemli konuları ve oy kullanırken neleri düşünmeleri gerektiğini yazıyor.
Değerlerin yarışı
The Irish Times'ın analizine göre, AB yurttaşları birbirinden tamamen farklı iki Avrupa siyaseti arasında seçim yapacak:
“Bugün Avrupa Parlamentosu'daki popülist partiler üç siyasi gruba ayrılmış durumda. Bu gruplar, ekonomi politikasından Rusya'yla ilişkilere kadar pek çok konuda farklı görüşlere sahip olsa da birçok konuda aynı fikirleri paylaştıklarından, AB'nin temelini oluşturan geniş tabanlı liberal demokratik uzlaşı için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Böylece net bir karar alma imkanı bulunuyor. Bu yarışın tarafları, liberal, açık, sosyal ve ilerici Avrupa'yı savunanlar ile bu değerleri reddeden ve onun yerine -Macar Başbakanı Viktor Orbán'ın deyimiyle- 'illiberal demokrasiyi' tercih edenler.”
Dünyanın geri kalanı maalesef daha iyi anladı
Avrupa Parlamentosu sözcüsü Jauma Duch, El País'teki yazısında, Avrupa seçimlerinin önemini AB dışındakiler daha iyi anladı, diyor:
“Çin, Hindistan, Endonezya ya da Brezilya gibi hızla gelişen ülkeler yüzünden 2030 yılında sadece Almanya ve Fransa dünyadaki en büyük sekiz ekonomiden birine sahip olacak. 2050'de sadece Almanya bu listede, o da ancak son sırada olmak üzere, yer alacak. AB üçüncü sırada olabilir. ... Ne yazık ki bu sayılar AB dışında, AB içinde olduğundan daha iyi anlaşılıyor. Steve Bannon'ın Avrupa'da aşırı sağ bir cephe kurma çabası ve yabancı güçlerin sosyal ağlarımızı yalan haber bombardımanına tutması tesadüf değil. Tüm bunlar, önümüzdeki Avrupa seçimlerinin Avrupa Parlamentosu'nun çok ötesinde etkileri olacağının ve AB'nin geleceğini de etkileyeceğinin göstergesi.”
Yurttaşlar ansızın Avrupa'yla ilgilenmeye başladı
Deutschlandfunk bütün sorunlara rağmen AB için endişelenmiyor:
“İlk kez ulusal seçim kampanyalarının toplamından ibaret olmayan bir Avrupa seçim kampanyası yaşadık. İlk kez ortak bir özelliği olan sorunlar, yani çözümü sadece ve sadece AB'de mümkün olan, iklim değişikliği, göç, Avrupa'nın giderek kendisine düşmanlaşan bir dünyada kendini kanıtlaması gibi sorunlar tartışıldı. Bütün anketler bu kez katılımın, beş yıl öncekinden belirgin bir şekilde daha yüksek olacağını söylüyor. Avrupalı liste başı adayların televizyon tartışmalarına olan ilgi de 2014'tekinden çok daha yüksekti. Bütün bunlar siyasi bir referans olarak AB'nin Avrupalıların bilincine giderek daha çok yerleştiğinin işareti.”
Arıcılıktan roaminge AB'nin etkisi
Politiken, AB politikalarının hayatımız için somut avantajları olduğunu vurguluyor:
“AB Genel Veri Koruma Tüzüğü (GDPR) ile Avrupa Parlamentosu, özel yaşantımızı çoğu ulusal parlamentodan ve Amerikan teknoloji devlerinden daha iyi koruduğunu gösterdi. Avrupa sınırları içinde cep telefonuyla çok daha ucuza telefonlaşıyor olmamızı da Avrupa Parlamentosu'ndaki çoğunluğa borçluyuz. AP bunun ötesinde arılarımızı ve ekosistemimizi tehdit etmesi muhtemel böcek ilaçlarıyla da yoğun bir mücadele yürütüyor. Kısacası Avrupa Parlamentosu çok önemli bir fark yaratıyor.”
Liste başı aday sistemi verimli değil
De Standaard perşembe günü Hollanda ve Büyük Britanya'da yapılan seçimlere katılımın -anlaşılır sebeplerle- çok düşük olduğuna işaret ediyor:
“Klasik bir demokraside parlamentonun bileşimi, hükümetin bileşimini belirler. Yani seçmen verdiği oyla kimin tarafından yönetileceğini de belirler. Ama AB'de işler böyle yürümüyor. AB Komisyonu'nun bileşiminin Avrupa Parlamentosu'yla neredeyse hiç alakası yok. Liste başı aday sistemiyle bu durum biraz engellenmeye çalışıldı. Ama sonuçta hedeflenenin tam tersi oldu. Şimdi meselenin daha en baştan danışıklı bir dövüş olduğu izlenimi uyandırılıyor. AB Komisyonu, üye ülkelerinkini değil de Avrupa Parlamentosu'ndaki siyasi bileşimi yansıtsa, bayağı bir ilerleme kaydedilmiş olacak.”
Tatsız tuzsuz hastane yemeği gibi
Yurttaşların AB'ye pek de olumlu duygular beslemediğine inanan köşe yazarı Takis Theodoropoulos da Kathimerini'deki yazısında bu durumu bir benzetmeyle açıklamış:
“Ortalama seçmen için Avrupa politikası, hastanede çıkan yemeğe benziyor. Tedavi için şart olan ama tatsız tuzsuz bir yemek. Hasta bu yemeği yer, çünkü yemek zorundadır. En azından, hastanın bilmediği şeyleri bilen ve onun vücudunu daha iyi tanıyan doktoru böyle demektedir. Hasta, kendini tatsız tuzsuz yemeklerle belli eden bu düşünce tarzını bilmez, ondan çekinir, midesi bulanır. Ama yemeğe mecburdur. Bu durum onu daha da öfkelendirir ve sıkıcı hastane ortamından bir an önce kurtulmayı bekler.”
Avrupa kuşkucuları çoğunlukta değil
Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi CNRS'de çalışan siyasetbilimciler Isabella Guinaudeau ve Tinette Schnatterer, Le Monde'da Avrupa kuşkucuları üzerine yaptığı bir çalışmanın sonuçlarını yazıyor:
“Mobilizasyonun ölçüsü ve Avrupa entegrasyonu karşıtlarının gücü değişti. ... Yine de elimizdeki veriler, Avrupa entegrasyonuna karşı şimdiye kadar, Büyük Britanya dahil bir çoğunluk oluşmadığını gösteriyor. ... Belki de bu seçimin en büyük zorluğu, radikal bir Avrupa kuşkuculuğunu bastırmak değildir, çünkü bu kuşkuculuk düşündüğümüz kadar keskin ve net ortaya çıkmamıştır. Bu seçimin işlevi daha çok, sistemle ilgili çeşitli eleştirileri ciddiye almak ve Avrupa çapında siyasi alternatifler yaratmaktan geçiyor.”
Bannon Avrupa'da başarısız oldu
The Spectator, Trump'ın eski baş stratejisti, sağ popülist Bannon'ın Avrupa'daki siyasi diskura nüfuz etmeyi başaramamasını ele alıyor:
“Steve Bannon, Avrupa'da siyasi kampanya yapmanın ABD'dekinden çok daha zor olduğunu anlamış oldu. Müdahil olmak istediği birçok AB ülkesinde yürürlükteki yasal düzenlemeler, popülist siyasetçileri finanse etmeyi olanaksız hale getiriyor. ... Tanınmış ve nüfuzlu Avrupalı milliyetçilerin çoğu, kendi bildikleri yolda ilerlemeyi tercih etti. ABD'li birinin sözünü dinlerlerse imajlarının zarar göreceğinden endişe ediyorlar. ... Öte yandan bazıları aşırı sağcı bir Avrupa siyasetini, Trumpizm ile birleştirmeye yanaşmıyor, zira ABD başkanı ülkemizde pek de sevilen bir figür değil.”
Azınlıkların dikkatine
Der Nordschleswiger, Avrupa'daki azınlıkları, Avrupa Parlamentosu seçiminin sonrasında daha zor koşulların beklediğinden endişe ediyor:
“Bir Avrupa Parlamentosu seçimi nadiren bu kadar heyecanlı oluyor. Kuzey Schleswig bölgesindeki Almanlar dahil olmak üzere bilhassa azınlıklar için; zira bir zamanlar aşırı sağa ait dağınık ve kavgalı partiler, günümüzde Avrupa'daki birçok seçmen için Avrupa taraftarı demokratlara ciddi bir alternatife dönüştü. Bu kesim rakip ulus devletlerden oluşan bir Avrupa'ya dönmek istiyor, milli kimlikleri belli bir Avrupa'nın, azınlıklara günah keçisi ya da düşman imgesi dışında yer olmayan bir Avrupa'nın hayalini kuruyorlar. ... Ülke parlamentolarında yer alan kültürel milliyetçiler nedeniyle birçok yerde azınlıkları önümüzdeki yıllarda daha da zor zamanlar bekliyor.”
Seçmen kendi oyunu önemsiz olarak görüyor
İletişim uzmanı Nelly Gariner, Fransa'da AP seçimine katılımın düşük olmasının nedenini Le Figaro'daki yazısında açıklıyor:
“Ulusal düzeyde siyasi hayatı belirleyenler, büyük siyasi çizgiler ve bir çoğunluk ile bir muhalefet arasındaki çatışma diyebiliriz. Buna karşın AB içindeki siyasi süreç, tekil ülkelerin temsiline ve uzlaşı kültürüne dayalı. Strazburg'taki milletvekillerimiz, net bir siyasi çoğunluğu olmayan bir topluluğun parçası olacak ve yasa maddeleri çıkarabilmek için ittifaklar kurmak zorunda kalacak. Üstelik tüm bunları AB Konseyi ile karmaşık bir uyumlaştırma süreciyle beraber yapmak zorunda. Fransız yurttaşlar için, oyunun Avrupa Parlamentosu'nda nasıl bir fark yaratacağını anlamak neredeyse imkansız.”
Partiler farklılıklarını korumalı
Günther Bannas, Deutschlandfunk'ta Avrupa yanlısı partilerin kendilerini sadece popülizmle mücadeleyle sınırlandırmaması gerektiğini söylüyor:
“Seçim kampanyası Avrupa taraftarları ile karşıtlarının cepheleşmesine indirgenebilir mi, indirgenmeli midir? Avrupa yanlısı partiler ... aralarındaki siyasi farklılıkları ... geri plana atıp geniş bir Avrupa yanlısı ittifak kurmalı mı? Hayır, bunu yapmamalılar. Siyasetle, Avrupa'yla ilgili farklı düşüncelerini, demokratlar arasında bir seçim kampanyasının gerektiği şekilde ortaya koymalılar, koymak zorundalar. Avrupa Birliği'ndeki partilerin hepsi, ulusal sınırlardan ötesinde farklılıklarıyla var oluyor.”
Sözümona Macron ilerici
Fransız Cumhurbaşkanı Macron geçtiğimiz yaz Avrupa seçimi için kampanyasını ilericiler ve milliyetçiler arasında bir yarış olarak başlatmıştı. Oysa Le Quotidien'e göre Macron'un kendi politikalarının ilericilikle alakası yok:
“Kendini Avrupa'daki 'milliyetçilik belasının' karşısında konumlandıran Macron'un yürüttüğü siyaset, kamusal ve kişisel özgürlükleri kısıtlıyor, göç konusunda açık bir sağa kayışa işaret ediyor, alt toplumsal katmanlar açık seçik aşağılanırken (şu 'beş para etmez insanlar'), Macron zenginlerin haklarını koruyor. Avrupa'da ilericilik, şimdi 20. yüzyılın bir Margaret Thatcher'ini simge olarak kullanmak için mi öldü?”
Avrupa bir barış merkezi kalmalı
Sol görüşlü Népszava gazetesi, seçmene milliyetçiliğe karşı oy kullanmayı öğütlüyor:
“Sandığa giden herkes Avrupa'nın geleceğine karar verdiğinin bilincinde olmalı. Çünkü buradaki mücadele, göç taraftarı ile karşıtı olanlar arasında değil, otoriter milliyetçi ve popülist güçler ile demokratlar arasında. Mesele Avrupa'nın günümüzdeki şeklini koruyup koruyamayacağı, yani ulusların ve ulusal kültürlerin barışçıl bir şekilde bir arada var olduğu, karşılıklı birbirlerini zenginleştirdikleri ve köktendinci Hıristiyan bir topluma dönüşmeyen şekilde sürüp sürmeyeceği.”
Popülistler ittifak yapmadan da tehlikeli
Helsingin Sanomat, sağ popülistlerin Avrupa Parlamentosu'nda kazandığı nüfuzun hafife alındığı uyarısında bulunuyor:
“Bu grupların işbirliği yapamayacak beceriksizlikte oldukları düşünülürken, bunların ellerindeki imkanlar gözden kaçıyor. Bu grupların ittifak kurmaya ihtiyaçları yok. AB karşıtlarının AB mekanizmasına taş koymak için, arada sırada da olsa -mesela göç ya da geleneksel değerler konusunda- asgari müşterekte buluşmaları yetiyor. AB dostu grupların güçleri azaldıkça, AB karşıtlarının ikna edilmesi lazım ki, kararlar alınabilsin. İşte bu şekilde popülistlerin talepleri giderek diğer gruplar tarafından desteklenmeye başlıyor ve sessiz sedasız toplum tarafından kabul edilebilir hale geliyorlar.”
Avrupalılar pragmatizmle ikna edilmeli
Avrupa Parlamentosu seçim mücadelesine damgasını vurması gereken, duygular değil pragmatizm olmalı, diyor Die Presse:
“Bu yolda birlikte yürüyoruz ama ancak bir anlamı varsa. Başından beri anlaşma buydu. AB, Alman-Fransız kömür ve çelik sanayilerinin birleştirilmesi amacıyla kurulmuştu ve pragmatik bir motivasyona sahip bir ekonomi birliği olarak barışı teminat altına aldı. Nitekim AB'nin tüm elle tutulur başarıları bu pragmatizme dayanıyor. Brüksel'de bunu pekala anlayan akıllı zihinler var. Avrupalılara - içki masası muhabbetini andırsa da - somut başarıların gösterilmesi gerektiğini bilen insanlar bunlar. Mesela birkaç argüman Avusturyalıları ikna etmeye yetti...: "Yine para bozdurmak mı, dolaşım ücreti ödemek ya da uçak gecikmelerinde tazminat hakkından mı vazgeçmek mi istiyorsunuz?”
AB'nin daha çok tartışmaya ihtiyacı var
Tages-Anzeiger, AB'ye yönelik yaygın bir iddiaya karşı çıkıyor:
“AB'nin sorunu çok fazla kavga edilmesi değil, yeterince edilmemesi. ... AB'nin talepleri ile AB'nin gerçekliği arasındaki uçurumun faturası da, Akdeniz'den Baltık Denizine kadar uzanan bölgede baş veren AB düşmanı partilerin yükselişi. Oysa AB'nin, ancak bir devletler topluluğunun müzakere edebileceği ve tüm üye ülkelerdeki yurttaşlar için avantaj sağlayacak zorlu pazarlıklar yaptığında insanları ikna edebildiğini çok kolay unutuyoruz. İşte böyle zamanlarda ortak bir pazar ön plana çıkıyor. Bunların arasında ortak eğitim ve araştırma projelerinin yanı sıra ABD'li dev internet şirketlerinin bizim kişisel verilerimize ele geçirmesine verilecek ortak bir cevap da bulunuyor.”
AB'deki güç tekelinin sonu göründü
Die Presse, Avrupa'daki büyük partilerin ilk kez görevleri ve otoriteyi başkalarıyla paylaşacak olmalarından memnun:
“Avrupa Parlamentosu, yurttaşlar tarafından seçilmeye başladığından beri Avrupa Halk Partisi (EPP) ve Sosyal Demokratların elinde. Bu iki partinin 1979'dan beri pozisyonları ve finans kaynaklarını nasıl paylaştıkları parlamento başkanı örneğinde çok net ortaya çıkıyor, zira başkanlık makamı iki buçuk yıl EPP'ye, sonraysa Sosyal Demokratlar'a geçiyor, sonra seçim yapılıyor ve her şey yeniden başlıyor. Bu durum ... 26 Mayısta sona erecek. EPP ve Sosyal Demokratlar mutlak çoğunluğa sahip olmayacak. ... AB ve parlamenter demokrasi dostları bu ikili tekelin sona ermesinden memnun olmalı. Çünkü yeni durum, AP'nin (pek de temelsiz olmayan) Hristiyan Demokratlar ile Sosyal Demokratlar'dan oluşan bir kulüp olduğu ithamını geçersiz kılacak ve parlamentonun meşruiyetini arttıracaktır.”
Geleneksel siyasi partiler hala güçlü
Polityka, geleneksel siyasi partilerin çöktüğü çığlıklarını abartılı buluyor:
“Koltuk simülasyonları Avrupa taraftarlarında ılımlı bir iyimserliğe yol açabilir. AB sayısız krize ve Brexit'e rağmen çoğu kişinin öngördüğünden çok daha güçlü bir örgütlenme olduğu izlenimi yaratıyor. Anketler, ana akım siyasi partilere sırt çevirmelerine rağmen, Avrupa karşıtı popülizme yuvarlanmayalım diye sık sık kendileri için başka çözümler arayan Avrupalıların kendilerine olan güvenlerini arttırıyor. Bir başka gösterge, merkez partilerin hitabeti güçlü liderlerinin öneminin artıyor olması. Bu siyasiler oy kayıplarına rağmen hala önde ve önümüzdeki dört yıl boyunca Avrupa'nın nasıl biçimleneceğine karar verecekler.”
Avrupa Komisyonu da Avrupa'ya eleştirel bakacak
Turun Sanomat'a göre, popülist güçlerin Avrupa Parlamentosu'ndaki yükselişi, Avrupa Komisyonu'nda da hissedilecek:
“Güç bölündüğünde karar vermek için istikrarlı bir çoğunluk sağlamak da zorlaşacak. ... Popülist ve AB karşıtı güçlerin artması AB Komisyonu'nun terkibinde de kendini gösterecektir. Geleceğin Avrupa Komisyonu'nda daha çok Avrupa'yı eleştiren komiser olması mümkün. Bir aday için Avrupa Parlamentosu'nda çoğunluk sağlamak zorlaştıkça, komisyon başkanı seçimi de zorlaşabilir.”
Popülistler siyasi dengeyi sarsıyor
Osvaldo Mingotto, Corriere del Ticino'daki köşe yazısında, popülistlerin mayısta seçim kazanmadan da Avrupa için tehlike oluşturabileceğinden söz ediyor:
“Mesele, Avrupa uyum projesinin bundan sonra da sürdürüleceğine mi, yoksa milliyetçi politikaların yaygınlaşmış olması nedeniyle çarpıtılacağına mı karar vermek. ... AB ülkelerindeki popülist partilerin oy oranları toplanacak ve bunlar AP seçimlerine yansıtılacak olsa, popülistlerin belli bir ağırlığa sahip olduklarına şüphe yok. Böyle bir tabloda her şey ittifaklar taktiğine bağlı olacaktır. Çok büyük olasılıkla milliyetçi partiler, Avrupa karşıtları ve popülistler azınlıkta kalmaya devam edecektir. Ancak birçok AB ülkesinin parlamentolarında yarattıkları siyasi parçalanmışlığın aynısını Avrupa'da da hayata geçirmeleri tehlikesi söz konusu.”
Birlikten eser yok
Neue Zürcher Zeitung'ta Ulrich Speck, Avrupa'nın büyük devletlerinin jeopolitik tehlikeleri yorumlamakta eksik kalmasını eleştiriyor:
“Görülen o ki, Amerika'yla ilişkilerdeki değişim, Rusya'nın saldırganlığı, Çin'in liderlik çabası gibi yeni zorluklar, en önemli aktörler arasındaki birlik duygusunu artırmaktan ziyade azaltıyor. Dünya devi ülkeler arasında yeni rekabetlerin yaşandığı bu günlerde, Avrupa kendini yeniden kurgulamakta epey zorlanıyor. Avrupa'nın çıkarlarının ancak birlikte savunulabileceği söylemi kulağa ne kadar mantıklı gelse de, siyasi realitede bunun karşılığından eser yok. Yeni realitenin sloganı, 'herkes canını kurtarsın!' Artık Avrupa'da her ülke, jeopolitik değişimleri kendi yöntemiyle anlamlandırmaya, kendini yeni tehditlere karşı korumaya ve yeni fırsatlar yakalamaya uğraşıyor.”
Omurgalı ve saygın siyasetçi eksikliği
Jutarnji list, personel açısından bir sorun olduğunu ileri sürüyor:
“AB'nin esas sorunu gerçek liderlerin eksikliği ki, bunu son seçim mücadelesinde gördük. Jean-Claude Juncker ile Angela Merkel'in siyaset sahnesinden çekilmesiyle bu eksiklik daha da belirginleşecektir. Uzun süre AB'nin de temel değerlerinden olan ilkeleri artık sadece az sayıda siyasetçi destekleyecektir. Kamuoyu görüşü doğrultusunda yeri geldiğinde bu ilkelerden vazgeçenler de gerçek liderler değildir. ... AB gelecekte, değerlerini savunmayı ve bölünmeleri aşmayı becerdiği ölçüde güçlü olacaktır.”