Nahles'in istifası: SPD'nin sorunu ne?
Sosyal Demokrat Parti'nin başına şimdilik eyalet başbaşkanları Manuela Schwesig ve Malu Dreyer ile Hessen SPD Eyalet Örgütü Başkanı Thorsten Schäfer-Gümbel'den oluşan üçlü geçecek. SPD lideri Andrea Nahles, sosyal demokratların Avrupa seçimlerinde yaşadığı tarihi hezimetin ardından pazar günü istifa etmişti. Köşe yazarları yenilginin tek sorumlusunun SPD olmadığını düşünüyor.
Merkel SPD'nin içini boşalttı
Deutsche Welle Romanya servisine göre SPD'deki krize neden olanlardan biri de Merkel:
“Merkel, kendinden önce başbakanlık yapan SPD lideri Schröder'in yürürlüğe koyduğu ancak çelişkili biçimde SPD'ye zarar veren katı pazar reformları sayesinde elde ettiği iktidarını garantilemek için çok sayıda ödün verdi. ... Liberal Hıristiyan seçmen tabanını göz ardı etti ve siyasi yelpazenin ilerici ve siyaseten doğrucu tarafına kaydı. Buradaysa utanmadan giderek daha sosyal demokrat bir duruş sergiledi ve yeni seçmenler kazandı. ... Willy Brandt gibi başbakanlar çıkarmış olan ve şimdi sadece liderini değil, aynı zamanda kendini merkeze bağlayan dengeyi de kaybeden SPD gibi bir kitle örgütünün tarihi düşüşü işte böyle başladı.”
Teknokrat yönetim biçimi cezalandırıldı
De Tijd'e göre Başbakan Merkel sosyal demokratların şu sıralar yaşadığı sıkıntılara farklı şekilde de katkı sağladı:
“Avrupa seçmeni bir tokat aşketti. ... Merkezin teknokrat tutumunu cezalandırdı. Liderliğin değil idareciliğin ön planda olduğu bir yönetim biçimi bu. Merkel'in alameti farikası da diyebiliriz. ... Almanya tarihsel sebepler nedeniyle uzun süre oldukça istikrarlı bir demokrasi olmayı başardı. Bu nedenle bu ülkede yaşanan dönüşümün özel bir önemi var. Klasik sağ ve sol ayrımının artık ortadan kalktığını ileri süren söylem, belli ki kanıtlanmış durumda. Burada sorulması gereken soru, merkez ile aşırı uçlar arasında işler bir siyasetin mümkün olup olmadığı.”
Çöküş 1966'da başladı
Büyük koalisyon SPD'ye sadece son darbeyi vurmuş oldu, oysa partinin çöküşü çok daha önce başlamıştı, diyor siyasetbilimci Yevgeniya Pimenova, İzvestiya'daki yazısında:
“CDU'nun küçük ortağı olarak geçirdiği yıllarda SPD'nin kurmayları, adeta reel gündemle ve seçmenlerinin siyasi istekleriyle bağını koparmış birer devlet memuruna dönüşmüştü. ... Ancak sosyal demokrasinin fikri olarak içinin boşaltılması, 1966'da kurulan ilk büyük koalisyonla beraber başlamıştı. ... İki taraf da birbirlerine uyum sağlamak zorundaydı. SPD içinde sosyalist sol fikirlerin erozyonu, giderek daha çok merkeze kayan SPD'nin eksikliğini hissettiği program başlıklarının peşinden koşan yeni güçlerin yükselmesine yol açtı. Nitekim siyaset arenasında bu ihtiyacı karşılayan Yeşiller ve Sol Parti gibi oluşumlar meydana geldi.”
Artık kaybedecek bir şey kalmadı
Spiegel Online, SPD'nin baştan aşağı yenilenmesi gerektiğini söylüyor:
“Kadroları itibariyle zaten mantıklı olan bu. Program olarak da yeni bir netlik ve hatta yeni bir radikalleşme fırsatı var. Bu yeni dönemde fark edilmek isteyen her partinin bir çekirdeği olmak zorunda. Halihazırda ortaya çıkan netlik ve açıklık özleminden şikayetçi olabilirsiniz. Ama bu özlem hiç yokmuş gibi davranmak bir strateji olamaz. Yeşiller iklim politikalarında sistemi sorguluyor; SPD aynı şeyi sosyal ve ekonomi politikalarında yapmalı. ... Nahles'in neden olduğu dönüm noktası stratejik olarak 'büyük koalisyonu terket' anlamına geliyor. ... Erken seçim elbette riskli. Ama SPD'nin zaten kaybedecek bir şeyi yok. Kulağa ne kadar çılgınca gelse de, SPD için bir fırsat bu.”
SPD kimleri örnek alabilir
Die Presse, SPD'ye geleceği için bir başarı reçetesini Avrupa'da aramasını öneriyor:
“Danimarkalı sosyal demokratlar şu sıralar başarılı popülist bir rota izliyor. Geleneksel seçmenlerinin isteklerini yerine getiriyor, yabancılar politikasında sert bir tavır izliyor, aynı zamanda ekonomi politikasında daha çok sola vurgu yapıyorlar. Çarşamba günü yapılacak parlamento seçimlerinden de muhtemelen zaferle çıkacaklar. ... Şehirli seçmenin nabzına göre şerbet verip işçi sınıfının önemli kısımlarını gözden çıkarmak da doğru olabilir. Ama buna sosyal demokratların öne çıkaracakları isimlerin de ikna edici olması lazım. Andrea Nahles ya da Martin Schulz liderliğindeki SPD'nin şehirli ve çevreci kesimlere ulaşmak için uğraşmasına gerek bile yoktu. İspanya'daysa Sosyalist İşçi Partisi'nin lideri Pedro Sánchez bunu en azından Avrupa seçimlerinde başardı.”
AB: Bir Berlin krizi eksikti!
Jutarni list'e göre, AB'nin şu anda ihtiyacı olan son şey Merkel hükümetinin düşmesi:
“İç siyasetteki krizleri Avrupa Birliği'ni sarsabilecek AB ülkeleri var. Almanya bu ülkelerden biri; özellikle de Avrupa'nın geleceğiyle ilgili kararların arifesinde. Avusturya, Finlandiya ve Belçika'da olduğu gibi, kimi ülkelerin hükümetinin olmadığı, istifa ettiği ya da yenisinin beklendiği bir dönemde, istikrarlı ve güçlü bir Alman hükümetinin olmaması, AB için sorun teşkil edecektir. AB önümüzdeki üç hafta içinde müstakbel AB Komisyonu başkanını ve AB Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Merkez Bankası ve AB dış politika temsilcisi gibi diğer dört önemli pozisyona gelecek kişileri belirlemek zorunda. ... Berlin bu adayların seçiminde önemli bir rol oynuyor.”
Elveda istikrarlı Almanya
Svenska Dagbladet Almanya'yı büyük zorlukların beklediğini vurguluyor:
“Sonbaharda Doğu Almanya'da yapılacak olan ve AfD'nin rekor sonuçlar beklediği eyalet meclisi seçimlerinden sonra yapılması muhtemel bir erken seçim tek risk değil. Yüzeyin hemen altında, patlamaya hazır bir dizi başka sorun kaynıyor. Nükleer santraller yaklaşık iki yıl sonra kapanacak ve kömürden enerji üretimine 2038'e kadar son verilecek. Bu durumda dünyanın en büyük sanayi ülkelerinden biri olan Almanya'nın nasıl ayakta kalacağı belirsiz. ... Otomotiv endüstrisi büyük bir dönüşümün eşiğinde ve on binlerce insan işsiz kalacak. Altyapı eskimiş durumda. ... Almanya tüm bunların üstesinden gelemeyecek denemez. Ama çalkantılar da yaşanacak. Hele de bütün bunların ardında köklü bir değişim yaşayan siyasi partiler sisteminin bulunduğu düşünülecek olursa.”