ABD seçimleri: Ya fark çok az olursa?
ABD, başkanlık seçiminin sonuçlarına kilitlenmiş durumda. Seçime katılımın yüksek olacağı kesin. Farkın az olduğu bir sonuç, Trump'ın sonuca itiraz etmesi, şiddet olayları: Her şeyin kaldığı yerden devam etmesini ya da bir kaos yaşanmasını olası gören gözlemciler ABD seçim sitemini sorguluyor.
Ülke teyakkuzda
De Telegraaf kargaşa çıkmasından endişeli:
“Demokrasi bayramı şiddete bulanabilir. Bu ülke daha önce hiç bu kadar kutuplaşmamıştı. Seçim yolsuzluğu, seçim sandıklarına saldırı, seçmenin tehdit edildiği haberleri geliyor. Trump şimdiden sonucu hemen kabul etmemeyi ve yolsuzluklara yol açtığını düşündüğü mektupla oy kullanma sistemini yargıya götürmeyi düşünüyor. Gelişmekte olan bir ülke bile bu oylama sistemiyle daha az sorun yaşardı. ... Tek umut, her zamankinden daha fazla seçmenin sesini duyurmaya karar vermiş olmasıdır. Hızlı ve kesin bir sonuç yangını söndürebilir belki. Ama kötü haber, hiç kimsenin böyle hızlı bir sonuç beklememesi.”
AB soğukkanlı olmalı
Eski Avrupa Komisyonu basın sözcüsü Joseph Waldstein, Wiener Zeitung için konuk yazar olarak kaleme aldığı yazısında, uzun süre belli olmayacak seçim sonuçları karşısında AB'nin ne yapması gerektiğini açıklıyor:
“Seçim gecesi kazandığını ilan eden bir Trump'ı yasal başkan kabul edecek miyiz? Şiddet olaylarında insan hakları ihlalleri yaşanırsa ne yapacağız? ... AB, aceleci davranmayıp, bütün oylar sayıldıktan ve adaylardan biri kaybettiğini açıkladıktan sonra yeni başkanı tanımalı. Yüksek Mahkemeye itiraz edilecek olursa mahkeme kararını beklemeli ve başkanı o zaman tanımalı. Olası şiddet olaylarını açıkça mahkum etmeli AB. Aylarca bir çözüm bulunamazsa arabuluculuk yapmayı teklif etmeli.”
Antidemokratik bir sonuç tehlikesi kapıda
Trump ABD başkanlık seçimlerini kazansa bile, çoğunluğun iradesiyle değil Seçiciler Kurulu Sistemi sayesinde kazanmış olacak, diyor Dnevnik:
“Trump kazansa bile, kullanılan oyların çoğunluğunu alamayacağı kesinleşti. Tıpkı Hillary Clinton'ın üç milyon oy önde olmasına rağmen eyaletler bazında yeterince başarılı olamadığı ve Seçiciler Kurulunda daha düşük oy aldığı 2016 seçimleri gibi. Aynı durum Al Gore'un oyların çoğunluğunu alıp seçilemediği 2000 seçimlerinde de yaşanmıştı. Bu çelişkilere bakan özellikle Avrupalı gözlemciler ABD'deki siyasi sistemin demokratik olup olmadığını sorgulamaya başladı. Çoğunluğun iradesi dikkate alınmadığı sürece Amerika'nın bir demokrasi olduğunu iddia etmek ne kadar doğru?”
Seçim sistemi eski, ama adil
Süddeutsche Zeitung başkanın doğrudan seçilmesinin daha iyi olacağından emin değil:
“Başkanlık yarışında tek amaç, Amerikalıların çoğunluğunu arkanızda toplamak olsaydı, Montana ve nüfus yoğunluğu az bir dizi başka eyaletin oyları kale alınmamış, boşa gitmiş olurdu. Yani ABD topraklarının üçte ikisi dışlanacaktı. ... Bunun sonucunda siyasi içerikler büyük ölçüde kaybolacak, başkan adayları sadece, kiralardan tutun, suç oranlarına ve dildeki cinsiyet eşitliğine kadar sadece kentsel meseleleri ele almaya zorlanacaklardı. O zaman zaten geri kalmışlık duygusuna sahip ve kent hayatını anlamayan kırsal nüfusun endşelerini anlamaya yer kalmaz, toplumdaki kutuplaşma daha da derinleşirdi.”
Domino etkisi umudu
ABD seçimleri otoriter rejimlerin geleceğini belirleyecek, diyor t24:
“Dünyada otoriterleşme gibi demokratikleşme dalgaları da oluyor. Her iki eğilimin de bulaşıcı olduğunu söylemek mümkün. ... Dünyada farklılıkları kucaklayan ve otoriter ülkelerde baskı altında yaşayan insanlar, Trump'ın seçimi kaybetmesi ile, zamanın ruhu olan otoriterliği sembolize eden bir domino taşının devrilmesini bekliyorlar. ABD'de nutkumuzun tutulmasına yol açan söylem ve eylemi dört yıldır sürdüren Trump'ın tekrar başkan seçilmesinin yaratacağı ümitsizlik, sadece ABD'de değil küresel anlamda da hissedilecek gibi görünüyor. Hiç kimse, hele bir de pandemi döneminin zorluklarını yaşarken, bir kez daha kötülerin kazandığı bu filmi artık izlemek istemiyor.”