AB'nin doğuya doğru büyük genişlemesinin 20. yılı
Avrupa Birliği 1 Mayıs 2004 tarihinde bünyesine tek seferde on yeni üye katmış, Estonya, Letonya, Litvanya, Malta, Polonya, Slovakya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Kıbrıs, devletler ittifakına dahil olmuştu. Peki bu ne gibi sonuçlar doğurdu?
Düşman komşu oluyor
Avrupa barış projesi işe yarıyor, diyor Delo:
“Avrupa Birliği’nin sunduğu kurumsal çerçeve, Slovenya gibi -küçük, devlet olarak hayli kısa bir geçmişi bulunan, açık ve ihracata dayalı bir ekonomiye, büyük bölümü doğal olmayan ve savunması zor sınırlara ve etrafında büyük komşulara sahip- bir ülke için uzun vadede hayatta kalmanın yegâne garantisi. Bunun nedeni de Avrupa coğrafyasına hâkim imparatorluk fikri ve deneyimiyle bağdaşmayan bir sistem olması. Bu da bizlerin, milli marşımızdaki ‘düşman komşumuz olacak’ dizesini gündelik yaşamımızın alelade bir gerçeğine dönüştürmemizi sağlıyor - üstelik bunun geçerliliğini dört bir yanımızda daha fazla yitirdiği bir dünyada.”
Milliyetçiliğin geri dönmesi korkusu
Neue Zürcher Zeitung, AB’nin eski Doğu Bloku ülkelerini bünyesine dahil ederek tarihsel bir fenomenin yeniden can bulmasını önlemek istediği kanısında:
“AB bu büyük adımı neden mi attı? Yanıtı basit: güvenlik politikaları yüzünden. Evvelinde Sovyetler Birliği’nin ekonomik coğrafyasına bağlı bir bölgenin ekonomiye entegrasyonuna duyulan ilgi de elbette önemli bir rol oynamıştı. Fakat öte yandan, Doğu Avrupa’daki milliyetçiliğin (iki savaş arası dönemde olduğu gibi) bağımsızlığını yeni kazanan devletler arasında ya da kendi içlerinde çatışmalara yol açabileceğine dair haklı korkular da vardı. Yugoslavya’nın dağılmasıyla sonuçlanan savaşlar (1991-1999) bu korkuları abartılı bulanların yanıldığını gösterdi.”
AB'ye girmeseydik Çekya nerede olurdu?
Hospodářské noviny’ye göre, üyeliğin kıymetini anlamak için AB’ye katılmadan önceki dönemi hatırlamak yeterli:
“O vakitler maliye müdürlüklerinin, mahkemelerin ve kartel dairesinin nasıl çalıştığını hatırlıyoruz. ... Hangi detayların bize uygun düştüğünden ya da düşmediğinden bağımsız olarak, iş yaşamında ve yetkililerin çalışma tarzında muazzam değişimler oldu. Üye olmasaydık bunların hiçbirinin yaşanmayacağını, Avrupalı bürokratların buralara gelmeyeceğini, etrafta yalnızca gelişigüzel bir şekilde kendi yollarının peşine düşen bürokratlarımızın bulunacağını düşünmek bile korkunç. … Üstelik bu yollar muhakkak Doğu’da bir yerlere çıkacaktı.”
Büyümeye devam etmeli ancak veto hakkını sınırlamalıyız
Eesti Päevaleht, AB'nin genişleme politikasının sürdürülmesinin yanı sıra daha fazla siyasi entegrasyon çağrısı yapıyor:
“Komşularımız için yeniden gerçek bir katılım perspektifi yaratmak, Avrupa'nın güvenliğinin çıkarınadır. Bu anlayış değişikliğinin ciddiye alınabilmesi için AB'nin kendi içinde uyumu sağlaması gerekiyor. Bir ülkenin vetosu yüzünden diğerlerinin ilerlemesinin engellendiği alanların sayısı mümkün mertebe az olmalı. Egemenlikten daha fazla feragat etmek ilk bakışta korkutucu görünebilir, ancak bu Estonya'nın çıkarınadır. Yalnızca esnek ve iyi işleyen bir AB (NATO ile birlikte) mümkün olan en iyi güvenliği garanti edip ülkemizin hayatta kalmasını sağlayabilir.”
Duvarlar yerine seyahat özgürlüğü
Vilnius Üniversitesi Rektörü Rimvydas Petrauskas, LRT'de Avrupa'da özgürce seyahat etmenin doğuya doğru genişlemenin en önemli kazanımı olduğunu yazıyor:
“Bundan 30 yıl önce bir eğitim gezisi için otobüsle Almanya'ya gittiğimde, Polonya ya da Almanya sınırındaki uzun kuyruklardan birinde beklerken, hayatlarımızın nispeten kısa bir süre içinde ne denli değişeceğine dair hiçbir fikrim yoktu. Duvar bizim kuşağımız için bir metafora dönüşmüştü ve bağımsızlık yılları boyunca yavaş yavaş yıkıldı. Coğrafyanın özgürleşmesi, engelsiz seyahat edebilme ve fikir alışverişine yönelik açılımlar, Avrupa Birliği için başlı başına zaferdir.”
Anavatan fikri bu birliğin içinde kaybolup gitti
Günümüz AB’si pek az müşterekte buluşuyor, diyor PiS’e yakın wPolityce.pl portalı:
“Günümüz AB’si hakkında sıralanan iyimser övgülerdeki olgunlaşmamışlığın boyutu dikkat çekici. Eleştirel düşünceye ve gerçek bir anavatanlar Avrupa’sının tesisine dair bir vizyonları yok. Salt bu formülasyon dahi destekçilerinde güçlü çekinceler uyandırıyor. Hele Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurucularına ilham veren fikre yapılan atıflar onlar için daha da yakışıksız kaçıyor. Çünkü Robert Schuman’ın vizyonunun kökeninde, sahip olduğu derin inanç ile birlikte insan onuruna, demokrasiye ve insan haklarına saygıya işaret eden Hıristiyan insan tasavvuru felsefesi yatıyordu. Schuman ısrarla, ulus devletlerin egemenliğine ve anavatanlar topluluğu kurmak üzere bağımsız bir şekilde kalkınmalarına vurgu yapıyordu.”
Orbán Macaristan'ı geriye götürüyor
Hvg, Avrupa şüphecisi bir yönetimi olmasa Macaristan'ın AB'den daha fazla faydalanabileceği kanaatinde:
“Macaristan Başbakanı'nın [Viktor Orbán] her yaptığı, AB fonlarını mümkün olduğunca hortumlamaya yönelik - bu fonları nasıl kullandığı, daha doğrusu yandaşlarına nasıl aktardığı konusunda kimsenin de bir söz söylemesine izin vermiyor. Bölgesel bir kıyaslama yapıldığında, AB fonlarının verimsiz kullanılmış olmasının bir sebebi de bu. GSYH ve ücretler önemli ölçüde artmış olsa da, 2004 ve sonrasında katılan üyelere kıyasla kaçırılan fırsatlar bariz ortada. Bu durum en belirgin şekilde yaşam standartlarına ilişkin verilerde okunabilir. Bu açıdan bakıldığında, Bulgaristan hariç tüm AB ülkelerinin bizden ileride olduğunu söyleyebiliriz.”
Avusturya kazançlı çıktı
Kurier’e göre AB’nin doğuya doğru genişlemesi Avusturya’daki işgücü piyasası açısından nimet oldu:
“Başlarda büyük kuşkuyla yaklaşılan doğuya doğru genişlemeden yeni AB üyesi devletlerin yanı sıra bilhassa da Avusturya fayda sağladı. Salt yerli bankalar hızla doğuya yöneldikleri ve buralarda kısa süre içinde büyüdükleri için değil. Bunun bir diğer nedeni de Doğu Avrupalıların … Avusturya’daki işgücü piyasasına akın etmeleri ve ülkedeki işsizliği katiyen fazla büyütmeyip, aksine orta vadede Avusturyalıların karşılayamadığı ya da karşılamak istemediği bir işgücü talebine yanıt vermeleri oldu.”
Artık Batı biziz
Lidové noviny'nin değerlendirmesi şöyle:
“Bu 20 yılın muhasebesini yapmak şaşırtıcı derecede kolay. Çekya'nın büyük AB üyeliği başarısı, öncelikle özgürlük ve onunla gelen her şeyle karakterize edilebilir. Bilhassa da insanların, malların ve sermayenin serbest dolaşımıyla. Geçmişteki pasaport kontrollerini hiç kimse özlemiyor. Yaşı daha ileri olanlar, 1990'ların başında komşumuz Almanya da dahil çoğu Batı ülkesine seyahat öncesi giriş vizesi alma zorunluluğumuzu hatırlayacaktır. Günümüzdeyse Doğu Avrupa ülkeleri yurttaşları için Batı artık biziz.”
Birlikte daha güçlüyüz
Yalnızca Estonya kazançlı çıkmıyor, AB de bizden faydalanıyor, diyor Postimees:
“Avrupa Birliği artık gündelik yaşamımızın her yerinde - pek çok şey avrolarla inşa edildi ve halen de ediliyor, öğrencilerimiz ve uzmanlarımız kendilerini daha da geliştirmek için Avrupa’ya gidiyor. ... Estonya, geride kalan 20 yılda AB’den yaklaşık 20 milyar avro para aldı. Koca bir nesil Avrupa Birliği’nde büyüdü. Estonya’nın Avrupa Birliği’ne kattıklarında ise ilk sıralarda dijital iç pazarın tesisi ve Avrupa dijital kimliğinin hayata geçirilmesi, Avrupa’nın savunma becerilerinin güçlendirilmesi ve tabii ki Ukrayna için bıkmadan usanmadan sarf edilen çabalar geliyor.”
Müşterek bir kimlik geliştirdik
Diena, AB üyeliğiyle geçen 20 yılın bilançosunu çıkarıyor:
“1 Mayıs 2004’ten bu yana kat ettiğimiz uzun yolda, Letonya toplumunun refahının hızla ve topyekûn artacağı yanılsamasından sıyrıldık. Ülkemizin güncel meselelerinin Brüksel ve Strazburg’da AB’nin öncelikleri konuları arasında sayıldığı yanılsaması da ortadan kayboldu. ... Yine de o dönem alınan AB üyeliği kararı, şüphesiz Letonya ulusal kimliğinin Avrupa kimliğiyle uyum içinde gelişmesini sağlamış ve ülkemizi Doğu ile Batı arasında sıkışıp kalmaktan kurtarmıştır.”
Birlik olmak birbirimize benzemeyi gerektirmez
Macaristan'ın Avrupa Bakanı János Bóka, Magyar Nemzet'te Orbán hükümetinin AB politikalarında izlediği rotayı şöyle gerekçelendiriyor:
“Avrupa ancak çeşitlilik varsa birlik olabilir. AB üyeliğimiz bizi homojenleşmekle değil, işbirliği yapmakla yükümlü kılıyor. ... Bugün AB'de deneyimlediğimiz fikir hegemonyası, aynı zamanda hoşgörü ve uzlaşı kültürüyle karşı konulması gereken bir kriz olgusudur. Avrupa'nın gerçek düşmanları, başarısızlıklar ve krizler karşısında alternatif Avrupa çözümleri sunanlar değil, aksine siyasi tartışmaları bastıran ve farklı bir vizyona sahip üye devletleri hizaya getirmek için siyasi ve mali baskı uygulayanlardır.”
Çifte standart
Die Presse, Doğu Avrupa ülkelerine yönelik çekincelerin henüz aşılmadığı kanaatinde:
“Roma, Lahey veya Kopenhag'daki benzer gelişmelere çok daha az tepkiyle yaklaşılırken, Budapeşte ve Varşova'da yaşanan özgürlük karşıtı dönüşüme getirilen (özünde haklı) eleştirilerin de gösterdiği üzere, önyargılar hâlâ kırılabilmiş değil. Ve evet, kurumlara ilişkin uygulamalarda da örneğin AB'deki pozisyonlara yapılan atamalarda Doğu Avrupalılar hep olduğu gibi yeterince temsil edilmiyor.”