Türkiye'deki referandum AB'yle ilişkileri zorluyor
İktidardaki AKP Nisan'daki referanduma kadar Almanya'da seçim kampanyası yapmayacağını bildirdi. Erdoğan daha önce Almanya'yı Nazi yöntemleri uygulamakla suçlamış, Hollanda ise Türk bakanların konuşmasını engellemişti. AB ve Türkiye arasındaki uçurumu kapatmak mümkün mü?
Dar görüşlü ve mantıksız bir siyaset
Erdoğan'ın siyaseti, uzun vadede AB ile ilişkilere zarar veriyor, diyor Aamulehti:
“Anayasa değişikliği kabul edilecek olursa, Türkiye cumhurbaşkanı iki dönem boyunca, yani 2029'a kadar iktidarda kalabilir. Bu dönem içerisinde bakanların atanması ve görevden alınmasına kendi başına karar verebilir ve isterse meclisi feshedebilir. Tüm bunlar olurken, Avrupa Birliği'ne üyelik için çalışmalar yürüten ve Avrupalı devlet ve hükümet başkanlarının yurtdışındaki en sevgili kuzeni olan bir Türkiye imgesi de giderek silikleşiyor. ... Erdoğan halihazırda yürüttüğü siyasetle, ancak kısa vadeli düşünüyor ve komşularıyla ilişkiler konusunda da son derece mantıksız davranıyor. Eğer ki Erdoğan referandumda kendi istedigi sonucu elde edecek olursa, zarar gören bu ilişkileri tamir etmek çok zor olacaktır. Bu durumda herhalde Türkiye de dostlarını Batı dışında bir mecrada arayacaktır. Böyle bir şey de ne Türkiye ne de Avrupa Birliği için hayırlı olacaktır.”
AB-Türkiye ile artık dost olamaz
AB ile Erdoğan arasındaki cepheler son haftalarda yaşanan krizlerin ardından öylesine derinleşti ki, referandum sonrasında da bir gevşeme beklenmemeli, diyor Hürriyet:
“16 Nisan tarihinde sandıktan hangi sonuç çıkarsa çıksın, bu referandumun net kaybedeninin Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri olacağı tartışma götürmez. ... AB cephesinde artık müzakerelerin dondurulmasından, ekonomik yaptırım uygulanmasına kadar uzanan seçeneklerin yüksek sesle tartışılmaya başlandığı bir dönemden geçiyoruz. Ayrıca, AB içinde 'Müzakereler dondurulacak olsa bile bu adımı atan biz olmayalım, adımı onlar atsın,' görüşünün de bir hayli taraftar topladığını söyleyebiliriz. Buna karşılık Türkiye cephesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da referandum sürecinde taraf gördüğü Avrupa Birliği’ne 16 Nisan’dan sonra hiç de 'alttan almayan' bir tavırla karşılık vermesi şaşırtıcı olmaz.”
Tüm Avrupa'yı aynı kefeye atmamak gerek
Avrupa'ya faşist diye hakaret edileceği yerde Türkiye eski kıtayı kendi içindeki farklarla görmek zorunda, diye ikaz ediyor Taha Akyol, Hürriyet Daily News'taki köşesinde:
“Rotterdam Belediye Başkanı Ahmed Aboutaleb, Fas kökenli bir Müslüman. Hollanda seçimlerine, farklı partilerden 15 Türk aday katıldı; bazıları milletvekili seçildi. Dolayısıyla bir tarafta popülist Geert Wilders'in ekmeğine yağ süren bir Hollanda, diğer taraftaysa hoşgörülü, özgür, demokratik ve eşit haklara dayalı bir Hollanda var. Aynı durum tüm Batı için geçerli. 'Bunlar Haçlı Seferine çıkan Avrupalılar, bakın, bunlar zaten faşisttir," diyerek hepsini aynı kefeye atabilir miyiz? Böyle bir tutum içine girecek olursak, sadece Türkiye düşmanlarının sayısının daha da artmasına neden oluruz. ... Türkiye'nin popülizm ve otoriterliğin hakim olduğu bir Avrupa ve ABD'ye karşı durması ve demokrasinin temsilcisi Avrupa ve ABD ile ortaklaşıp, dost olması gerektiğini bir kez daha tekrarlamak, hatta bu konuda ısrar etmek zorundayım.”
Erdoğan yakında yeniden uzlaşmacı görünecektir
Siyaset uzmanı Bogdan Nedea, republica.ro adresindeki blog'unda Ankara ile AB arasındaki gergin ilişkinin neden uzun süreli olmayacağını açıklıyor:
“İşin özünde Türkiye'deki seçmenlerin gözünde siyasi milliyetçilik kartını oynama kaygısı yatıyor. Amacı ise belli: Erdoğan daha uzun süre iktidarda kalmak niyetinde. Daha da ötesi, Türkiye geniş yetkileri olan bir iktidar yapısı öncesi son evrede. Erdoğan'ın popülaritesi, ekonomik ve demokratik sorunlar konusunda kamuoyunun dikkatini, dış düşmanlar imgesini (ister Kürtler olsun isterse Avrupalılar) beslemek suretiyle dağıtmasına yardımcı oluyor. ... Ancak Avrupa'yla ilişkilerin yürütülmesinin başat sebebi olan karşılıklı ekonomik bağımlılık, Ankara'nın yalnız başa çıkamadığı Suriye'deki sorunlar ve Rusya'yla kaygan zeminde bulunan ilişkiler, iç politikada koyduğu hedefe ulaştığı anda Erdoğan'ın tutumunu hızla değiştireceğinin birer göstergesi.”
Gerçek faşizmi Batı'da bulamazsınız
Erdoğan, bu son kavgadaki Nazi benzetmesiyle tamamen hedef ıskalamış oldu, diyor Webcafé:
“Padişah ve taraftarlarının Avrupa'yı acılı Nazi geçmişiyle utandırmak için yaptıkları son deneme, sadece kendileriyle alay edilmesini sağlamış oldu. Türkiyeli 'troller' bu konuda büyük yanıldı, çünkü her ne kadar bölgesel düzeydeki popülist tavırlar aksi bir izlenim yaratsa da, faşizm Batı Avrupa'yı terk edeli çok oldu. Gerçek faşizm çoktan Doğu'ya göç etti ve yakınlarda Türkiye sınırlarından içeri girecek. İş oraya vardığında her iki tarafın da bu saçma kavgada söyleyecek hiçbir sözünün kalmayacağından emin olabiliriz. Avrupa tarafının sessizliğinin sebebi, sözlerinin kimse tarafından dinlenmemesi olacak, Doğu'da bulunan karşı taraf ise, kendi büyüklük kompleksiyle boğuşuyor olduğundan söyleyecek pek sözü olmayacak.”
Avrupa'daki Türkler takip ediliyor
Yandaş Star gazetesi, Avrupa istediği kadar protesto etsin, Erdoğan'ın Nazi benzetmesi asılsız değil, diye şikayet ediyor:
“Almanya'da, Hollanda'da yaşayan Türkler, evlerinden dışarıya çıktıkları her an sözlü ya da fiziki saldırıyla karşılaşabiliyorlar. Şimdiye kadar katledilenlerin yakınlarının sanık yapılmaya çalışıldığı Neo-Nazi cinayetleri vardı. Şimdi ise kötülüğün sıradanlaştığı faşizmin ve ırkçılığın toplumsallaştırıldığı yeni bir vasata geçildi Avrupa'da. Türkler muayene sırasında, okulda, otobüs beklerken, markette, sokakta, iş yerlerinde taciz ediliyorlar. ... Üzerine ne kadar 'liberal değerler' badanası yapılırsa yapılsın ırkçılık ve mavi kan kibri çok kolay hortluyor. ... Avrupa, Erdoğan düşmanlığını, Türkiye karşıtlığını, Wilders'in yaptığı gibi Türk bayrağıyla sokağa çıkan herkesi Türkiye'ye geri göndermekle tehdide vardırdıysa, bu artık "faşizmin toplumsallaştırılması" anlamına gelir. Tıpkı Nazizmin yükselmeye başladığı zamanlarda olduğu gibi.”
Çatışmanın önü alınmalı
Türkiye ile AB arasında süregelen gerginliği yumuşatmanın zamanı geldi de geçiyor, diyor Etelä-Saimaa:
“Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki kavga daha fazla tırmandırılmak yerine bir an önce yatıştırılmalı. İfade özgürlüğü Avrupa Birliği'nin en önemli değerlerinden biri olmakla beraber Türkiyeli bakanların seçim kampanyası çalışmalarının uygunsuz olduğunu söylemek gerek. ... Bakanların ziyaretini, konuk ülkenin temsilcileriyle önceden görüşmeleri ve etkinlikleri örneğin kapalı alanlarla kısıtlı tutmak daha uygun bir yaklaşım olacaktı. Avrupa'daki oyun kuralları arasında, muhalefete de görüşlerini sunma imkanı verilmesi yer almaktadır. Türkiye'deki darbe girişiminin ardından Türkiye ile AB ülkeleri arasındaki ilişkiler soğumuştu. Şimdilerde yaşanan yeni çatışma ise durumu biraz daha kötüleştirmekle kalmıyor, Türkiye'yi Avrupa'dan bir adım daha uzaklaştırıyor. Herkes için kötü haber bu.”
Türkler kendine zarar veriyor
Erdoğan'ın AB'yle çatışması sonucu ülkesinde alkış toplaması, internetteki muhalif haber sitesi Artı Gerçek'i öfkelendiriyor:
“İşin ucunun kendisine dokunacağını göremeyecek kadar körleşmiş bir toplum. Para harcayan, tüketen, yiyen-içen Avrupalı turist ayağını kesince yumurta üreticisinden halıcıya, garsondan restorancıya kadar herkesin bedel ödediğini Rusya kriziyle yaşayıp görmesine rağmen, bedel ödemeden atlatacağına inanıyor bu dönemi belli ki. Yabancı yatırımcının varlığını korumaya yönelip yeni yatırımdan kaçınmasının fakirleşme olacağını da göremiyor. ... Daha vahimi, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan başlayan Batı ve Hıristiyan karşıtı söylemin sonunda hesabı Avrupa’da yaşayan İslamcı Türk toplumunun ödeyeceğini anlayamıyor. Ekonomik sıkıntıyla boğuşan Avrupa’nın daha faşizan bir çizgiye kaymasından başka bir sonuç vermeyecek bu iç politika odaklı, güreş diplomasisi. ”
Erdoğan'a boyun eğen Avrupa
Avrupalıların Erdoğan'ın provokasyonları karşısında sert bir çıkış gösterememesinin sebebini Blog'cu Pitsirikos şöyle açıklıyor:
“[Erdoğan'ın] Nazi Avrupasının karşısına dikilmiş demokratı oynamasına nasıl mı izin veriyorlar? Cevabı basit: Sığınmacılar! AB, Türkiye'yi sığınmacılar için güvenli bir ülke olarak görüyor; ancak üye ülkeler kendi yurttaşlarını Türkiye'ye seyahat etmek konusunda uyarıyor. Sözün özü, Avrupalı liderler Erdoğan'ın bir faşist olduğunu ve bir referandum vasıtasıyla mutlak ve ömür boyu diktatör konumuna gelmeyi istediğini açıkça söyleyecek olsa, Erdoğan da onlara o zaman neden Türkiye'yi sığınmacılar için güvenli bir ülke olarak değerlendirdiklerini soracaktır. Yani Avrupalı siyasetçiler Türkiye cumhurbaşkanıyla doğrudan ve dürüst konuşacak olsa, o da Avrupalıları ikiyüzlülükle suçlayacak ve haklı olacaktır.”
Kapıyı Truva atına açmayın
Ankara'nın uygunsuz isteklerine karşı ortak bir strateji belirleme zamanı çoktan geldi, diyor Berlingske:
“Türkiye'deki referandumla ilgili seçim kampanyalarının bütün AB ülkelerinde yasaklanması yönünde Avusturya başbakanın yaptığı öneri maalesef kabul görmedi. ... Kabul edilmesi AB'nin temel taşlarından biri olan ifade özgürlüğü açısından biraz tuhaf olacaktı, ama demokratik ülkelerin demokrasiyi koruma hakkı ve sorumluluğu vardır. ... Avrupa 40-50 yıl boyunca binlerce Türkiye kökenli insanı kabul etti, şimdi pek çoğu çifte vatandaşlığa sahip ve bu yüzden şeklen [Türkiye'de] siyasete katılım hakları var. ... Bu yüzden toplumlarımızda modern Avrupalı Türklerle ilgisi olmayan çatışmalar yaşanabiliyor aniden. Bunu kabul edemeyiz, etmek istemiyoruz. Bu yüzden AB'nin bütün olarak toplantı kisvesi altında gelen Truva Atı'na kapıları kapatması gerekir.”
İfade özgürlüğüne saygı
Právo gazetesi, Türk siyasetçilerin Avrupa'da toplantı yapma yasağının sonuçta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yaracağından emin:
“Erdoğan referandumu kazanırsa Avrupa engelleme siyasetinin bu başarıya ne kadar katkı sağladığını düşünmek zorunda kalacak. Hükümetin zafer kazanamaması halinde ise Erdoğan başarısızlığını rahatça şöyle açıklayacaktır: O korkunç Avrupalılar'ın suçu bu. ... Erdoğan'ın yetkilerinin artması Türk demokrasisi için iyi bir perspektif değil hiç kuşkusuz. Ama AB'nin buna rağmen bir şeyi kabul etmesi gerekir: İfade özgürlüğü. Aksi halde sadece işine geldiğinde bu özgürlükten yana olduğu, işine gelmediğinde de umursamadığı izlenimi doğar.”
Türklere politika dersi verilmemeli
Avrupalılar Türklerin siyasi bilincini küçümsememeli, diyen Le Soir da AKP etkinliklerinin yasaklanmasına karşı çıkıyor:
“Seçim kampanyasının ülkemize girmesinin, Avrupa'nın iç birliği ve özellikle de burada yaşayan Türk toplumunun iç birliği üzerinde etkisi olacağından mı endişe ediyoruz? Böyle bir endişe, ülkelerimiz içindeki varolan bir Türkiye'nin siyasi bilincine hiç güvenmediğimiz anlamına gelecektir. Kendini davaya adamış Erdoğan taraftarlarını, birkaç beceriksiz talimatla düşüncelerinden döndürmek mümkün olmayacaktır. Avrupa'da yaşayan Türkler, tıpkı Türkiye'dekiler gibi hangi ülkenin demokrasiye hangisinin diktatörlüğe yakın durduğunu değerlendirmek konusunda hiçbir eksiğe sahip değil. Erdoğan'ın Türkiyesi mi demokratik, kendilerine kucak açan ülkeler mi, bunu pekala bileceklerdir.”
Jeopolitik gerçekçiliğe ihtiyaç var
De Volkskrant gazetesi Ankara'yla yaşanan gerilimin tırmanmasına şaşırmamış görünüyor:
“Bu bir tesadüf değil, Avrupa demokrasilerinin başa çıkmayı öğrenmeleri gereken yeni bir jeopolitik gerçek. Eski kıtanın kenarındaki iki büyük güç, Türkiye ve Rusya, yoldan sapmış durumda. Bunun nedeni her iki ülkede de baskıların artması, özgürlüklerin kısıtlanması ve medyadaki 'halkın verdiği meşruiyet' safsatası. Her ikisinin de meşruiyetlerini kanıtlamak için iç ve dış düşmanlara ihtiyacı var, bu yüzden de dış politikada ne yapacaklarını kestirmek giderek zorlaşıyor. ... Avrupa yoldan çıkan bu iki güçle baş etmenin yolunu bulmak zorunda. ... Şimdi Avrupa'nın siyasi ve ekonomik gücünü ve değerlerini konuşturma zamanı. Bazen vicdanların kabul etmediği şüpheli anlaşmalar anlamına gelebilir bu, ama sonuçta jeopolitik gerçeklerin sonucudur.”
Ankara bu milli aşağılamaya sessiz kalmamalı
İbrahim Kiras, muhafazakar Karar gazetesindeki köşesinde, hafta sonu gerçekleşen olaylar için katı tepkiler talep ediyor:
“Hollanda hükümetinin Türk bakanlara karşı sergilediği muameleyi hoş görebilecek aklı başında tek bir Türk vatandaşının çıkacağını sanmam. Keza doğrudan Türkiye’yi hedef alan bu aşağılamayı protesto eden Hollanda’daki vatandaşlarımıza uygulanan polis şiddetini mazur görmemiz de beklenemez. Dolayısıyla milli onurumuzu korumak üzere bu yapılanların hesabının sorulması hem hükümetin hem de bütün devlet kurumlarının üzerine düşen bir görev. ... Bu yüzden de Hollanda başbakanı siyasi rakibi olan ırkçı partiyle yarışabilmek için demokrasiden ve fikir hürriyetinden taviz vermek pahasına Türkiye’yle kavgayı göze alıyor. ... Ne olursa olsun, her halükârda milli çıkarlarımızın ve ideallerimizin neyi gerektirdiğini hesaplamak önceliğimiz olmalı.”
Orda da, burda da seçim kampanyası
Hollanda ve Türkiye arasında yaşanan çatışmada iki taraf da pes etmeyecektir, yorumunu yapan Lidové noviny gazetesi, bu durumu iki ülkede de seçim kampanyası yürütülmesine bağlıyor:
“Hollandalılar çarşamba günü parlamento seçimi için sandık başına gidiyor. Türkiye'de ise önümüzdeki ay cumhurbaşkanının yetkilerinin genişletilmesini öngören bir referandum yapılacak. Hollanda'da hükümetin böylesine sert konuşmasının nedeni bu. Amaç Wilders'in protest partisini zayıflatmak. ... Rotterdam belediye başkanı bir basın toplantısında Türk aile bakanını istenmeyen yabancı ilan etti. Bu arada belediye başkanının kendisi Fas doğumludur. Evet doğru okudunuz: Fas doğumlu biri bir Türk bakanı istenmeyen yabancı ilan ediyor. Seçim kampanyasında Müslümanlarla ve özellikle de Faslılarla uğraşan Wilders bu işe ne diyor acaba?”
Erdoğan'ın gerilimi tırmandırması planlı
Türk hükümet temsilcilerinin tartışmalı AB ülkeleri ziyaretlerinde mesele seçim propagandasından çok Avrupa'nın açıkça provoke edilmesi, diyor Duma gazetesi:
“Türk hükümet yetkilileri çeşitli Avrupa ülkelerinde gösterilere, yürüyüşlere ve Türk diasporasıyla toplantılara her zaman katılıyor. Bunun ardında ikili bir strateji var: Ankara bir taraftan yurt dışındaki vatandaşlarına, onları unutmadığını göstermek isterken, bir taraftan da her yerde antenleri olduğunu Avrupa'ya gösteriyor. Erdoğan'ın şimdi ve daha önce de yaptığı gibi AB'yi tehdit etmesi tesadüf değil. Türk Cumhurbaşkanı'nın açık bir hesaplaşma ve tartışmayı tırmandırma peşinde olduğuna işaret ediyor her şey. Bunun tek bir açıklaması var: Erdoğan var gücüyle Türklerin kafasına Avrupa'nın düşman olduğunu sokmaya çalışıyor. ”
Krizler demokrasiyi tehlikeye atar
Cumhuriyet, AB ile Türkiye arasındaki krizin kimseye yaramayacağı endişesini taşıyor:
“Restleşme iki taraf içinde hayra alamet değil. Türkiye üzerinden yabancı ve özellikle İslam düşmanlığını kışkırtmak, Batılı ülkelerdeki demokrasi krizini derinleştirir sadece. Türkiye’deyse her vesileyle Batı düşmanlığını körüklemek, yükselen milliyetçi-otoriter siyasetlerin zeminini beslemeye devam ediyor. ... Türkiye’nin, Batı ile yaşadığı gerginliğin bir ucunda demokrasi ve özgürlükler gibi değerleri Batı ürünü olarak damgalayıp onlardan giderek uzaklaşması gibi tehlikeli bir süreç yaşıyoruz. Sonuçta bu gerilimlerin tırmanmasının Türkiye açısından hem siyaset gerçekleri hem ilkesel savrulma açısından büyük maliyetleri olması endişesi taşımamak mümkün değil.”
Şimdi sert önlemler alma zamanı
De Telegraaf gazetesi, Hollanda'nın sert tepki vermesi gerekir, diyor:
“Ankara'da koparılan yaygara inanılır gibi değil. Öfkeli Cumhurbaşkanı Erdoğan ülkemizi Nazilerle karşılaştırıyor, yaptırımlarla tehdit ediyor ve provokatör olarak gönderdiği iki Türk bakanı kapının önüne koyduk diye özür dilememizi istiyor. Anlaşılan olayları kavrayamamış 'Padişah' Erdoğan. Utanç verici hakaretler yüzünden ve iç işlerimize karıştığı için asıl özür dilemesi gereken Türkiye'dir. Şimdi sert önlemler alma zamanı. Türklerin anladığı tek dil bu. ... Başbakan Rutte olayları yatıştırmak istiyor. Ama asıl yapılması gereken, Erdoğan'ın buralara uzanan uzun kolunun kesilmesidir. Türkiye'nin sürekli müdahil olması, Türk kökenli Hollandalıların topluma uyumunu engelliyor. ”
Katılım müzakerelerine son verilmeli
Erdoğan'ın Nazi benzetmelerinin ve Türkiye'de yaşanan gelişmelerin AB'ye katılım müzakereleri için bir bedeli olmalı artık, diyor Süddeutsche Zeitung:
“Zaten uzun zamandır ciddi bir müzakereden söz etmek mümkün değil. Artık sadece kimin daha hızlı harekete geçtiğine indirgenmişti her şey. AB, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ülkesini AB'ye sokmak istemediğini biliyordu. Erdoğan da AB'nin bunu bildiğinin farkındaydı ve Brüksel'in müzakereleri sonlandırmasını bekliyordu umutla. Başkanlık sistemine geçmek için çıldırmış gibi yürüttüğü Avrupa karşıtı seçim kampanyası için harika bir silah olurdu bu. Ama AB ağlayan çocuğa bu desteği vermek istemedi. Anlaşılır bir şeydi bu, ama olmadı. ... AB Türkiye'de demokrasinin yok olmasını engelleyemez. Ama buna bir yanıtı olmalı. Türkiye'yle katılım müzakerelerinin resmi düzeyde geçici olarak durdurulması artık kaçınılmaz.”