Terör engellenebilir mi?
15 kişinin ölümüyle sonuçlanan Katalonya'daki terör saldırılarının ardından güvenlik güçleri dün baş şüpheliyi vurarak öldürdü. İspanya da, cuma günü bir saldırganın iki kişiyi öldürdüğü Finlandiya da yaşadığı şoku atlatabilmiş değil. Terörle nasıl baş edeceğimiz, onu engelleyip engelleyemeyeceğimiz konusunda Avrupa medyasında farklı görüşler yer alıyor.
Nefreti değil, sevgiyi öğretmeli
Saldırının sonuçlarından çok nefretin nedenleri üzerine düşünmemiz gerekiyor, diyor Večer:
“Güney Afrikalı özgürlük savaşçısı Nelson Mandela tek bir çocuğun bile dünyaya nefretle gelmediğinden emindi. Ne belli bir ten rengine, ne de belli bir inanca duyulan nefret. Bu yüzden insanlara sevmeyi ve onlara saygı duymayı öğretebiliriz, diyordu. Barselona'daki saldırıdan bir gün sonra insanlar sokaktaydı. .... Onlar varlıklarıyla kentlerini radikal sağcılardan korudu. Radikal sağcılar ise sokaktakilere, belki de komşuları olan, ama yanlış bir inanca sahip olanlardan nefret etmeyi öğretmek için gelmişlerdi. Pek çok insan nefretin ne kadar kolay öğretilebildiğinin farkında. Ve yine nefreti asla öğrenmeyeceğini söyleyen çok insan var. Hepimizin, neden nefretin bir çare olmadığını anlatmayı öğrenmemiz gerekiyor. ”
Demokrasi teröre karşı çaresiz
Yazar Tahar Ben Jelloun, Le Point için kaleme aldığı yazısında, demokrasinin terörle mücadelede sınıfta kaldığını söylüyor:
“Katliamları planlayan insanların beynine girmek mümkün değil. Onların kafaları mermer gibi ve bildikleri tek şey var, o da düşüncelerini paylaşmayanları, kendi hayatını feda ederek öldürmek. İşte bu yüzden köktencilikle mücadele çabaları baştan itibaren yenilgiye mahkumdur. Terörist ile pedagog aynı dili konuşmaz, aynı gezegende yaşamazlar, kesişen tek bir noktaları yoktur. ... Teröristler başka bir hayatın, daha iyi bir hayatın simgesi gibiymişçesine ölümü yanlarında taşırlar. [Terörle] mücadele nafile bir mücadeledir, çünkü demokrasi bu yeni terörü mağlup edecek araçlara sahip değil.”
Müslüman cemaatlere daha çok iş düşüyor
Hukukçu Sabino Cassese, Corriere della Sera'daki yazısında, AB yurttaşlarının yüzde yedisini oluşturmalarına rağmen İslami cemaatlerin terörle mücadelede yer almadığına işaret ediyor:
“Müslüman cemaatlerinin terör olaylarını önlemek ve engellemek için özdenetim yöntemlerine başvurmaları gerekmez mi? Avrupa Birliği'nin ve ulusal hükümetlerin dini tarikatlarla laik çevreler arasındaki iletişimi iyileştirmesi gerekmez mi? Her iki grubun da, İslam uzmanı Bernard Lewis'in [2003'te Türkiye'de de yayınlanan] eşsiz kitabında ele aldığı üzere, en azından 'Arap Dünyası Öfkesi'nin bir kısmının bastırılmasını sağlayacak eğitici ve barışçıl bir sorumluluğu yok mu?”
AB artık uyanmalı
Hükümete yakın Magyar Hírlap gazetesi son saldırılar ndeniyle AB'nin mülteci politikasını mercek altına almış:
“Brüksel'de isimsiz bürokratlar yorgun siyasetçilerin peşinden koşuyor. Bunların hepsi dar kafalı, yetersiz kişilikler. Avrupa Birliği'nin karar alma süreçleri boş laflarla, sinsilikle, hile hurdayla ve sorumluluklardan kaçınarak yürüyor. AB'nin beceriksizliğini mülteci krizi ve terörizmle mücadelesinde görmek mümkün. ... Barselona saldırısının ardında her yerde nakarat gibi, 'Korkmuyoruz' sözleri tekrarlanıyor. Ama asıl söylenmesi gereken şu: 'Avrupa'yı savunuyoruz!' İşte gerçek Avrupalılık budur, Brüksel'in yapıcı olmayan saçma sapan mülteci dağıtımı kararlarına mecburen itaat etmek değil. Uyan artık, Avrupa!”
Kuru gürültüden gerçeklerin sesi duyulmuyor
El País gazetesine göre, dramatik olaylar üzerine yapılan habercilik çoğu zaman yanlış bir görüntü verip şaşkınlık yaratıyor:
“Sel felaketlerinde çoğu zaman içme suyu kıtlığı yaşanır. Önemli olaylarda da aynı şekilde işe yarar bilgiye, gerçeklere ve gazeteciliğe zor ulaşılıyor. İletişim bombardımanına maruz kalıyoruz. Bu arada özellikle sosyal medyadaki kuru gürültü öylesine yüksek ki, gerçeklerin sesini duyamıyoruz. ... Saldırılarla ilgili habercilikte hız niteliğin önüne geçiyor. ABD'li medya uzmanı Jeff Harvis'in de söylediği gibi, gerçekten üzerinde düşünmeye değer haberler yerine, bu haberleri farklı şekillerde sunmaya çalışmak büyük bir hata.”