Münih Güvenlik Konferansı: Batısız bir dünya mı?
Üç gün süren Münih Güvenlik Konferansı Pazar günü sona erdi. 'Batısızlık' başlığı altında düzenlenen konferansta siyaset ve ekonomi dünyasının önde gelenleri günümüzde 'Batı'nın ne anlama geldiğini ve gelecekte varlığını nasıl sürdürebileceğini irdelediler. Avrupa basını bu tartışmanın gerektirdiği cesareti överken, Münih'te sunulan gelecek vizyonunu sadece kısmen ikna edici buluyor.
Cesur bir tartışma
Yetkin Report, Batı'da 'Batısızlaşma' hakkında tartışılabilmesini iyi bir işaret olarak yorumluyor:
“Münih'te, Avrupa'nın kalbinde düzenlenen Güvenlik Konferansı'nda Batı'nın ne yönde ilerlediğini tartışmak, cesur bir adım. Bu tartışmanın tüm dünyadan uluslararası siyaset temsilcilerine de açık olması, dünyanın dramatik değişimlerin eşiğinde bulunduğunu gösteriyor. ... Ortadoğu'dan Güneydoğu Asya'ya dek kriz odaklarının giderek arttığı bir dönemde, dış politika ve savunma politikalarının küresel aktörleri, bir diyalog kurulmasını sağlamak amacıyla Münih'te ağırlandı.”
Macron'un vizyonundaki pürüzler
Vilnius'taki Doğu Avrupa Araştırmaları Merkezi Başkanı Linas Kojala, Lrt'de Macron'un Avrupa vizyonuna eleştirel bir gözle bakıyor:
“[Macron] Avrupa'nın, özellikle dış politika ve savunma politikası alanında stratejik kararları alırken daha bağımsız olmasını istiyor. Bu da ancak Washington'un etkisi azaldığı ve Rusya gibi komşulara yaklaşıldığı takdirde mümkün olur. Bu durumda da çözülmemiş bir dizi ikilem kalacaktır geriye. Avrupa devletleri, Amerika'nın güvenlik garantileri olmadan çok savunmasız hale gelecektir - nitekim Eski Kıta savunma bütçelerini artırmaya hazır değil. Rusya ile daha yakın bir işbirliğine gitme planları hakkındaki açıklamalar kulağa hoş gelebilir, ancak son yıllarda sıkça denenmiş ve hep başarısız olmuş bir plan bu. Zaten Amerika Birleşik Devletleri de en azından şimdilik geri çekilmiyor.”
Batısızlaşma demokrasinin kaybı anlamına gelir
Deutsche Welle'nin Rumence servisi, 'Batısızlaşma' kavramını kendi bakış açısından yorumluyor:
“Özgürlüğün, insan haklarının ve demokrasilerin egemen olduğu anti-totaliter evren tersine çevriliyor. Hannah Arendt'e göre, toplumsal dayanışma parçalandığında, totaliter hareketlerin gelişmesi için verimli bir ortam oluşturacak şekilde dönüşür. Bireysellik ve mülkiyet hakkı ya hiçe sayılıyor ya da kınanıyor. Bunun yerine nihilizm giderek yayılıyor ve Marksist ve çevreci unsurları temel alan ideolojilere dayanan ekonomik bir vesayet gelişiyor. Buna koşut olarak, ifade özgürlüğünün artık hiçbir değerinin olmadığı, azınlıkların ve siyaseten doğruculuğun başını çektiği bir despotluk şekilleniyor. ... İflasa sürüklenmiş, Batısızlaştırılmış bu Batı'da, çoğunluğun iktidarı anlamına gelen demokrasi kavramının içi boşaltılıyor.”
Batının iç çatışmaları su yüzüne çıktı
Üç günlük bu zirve uzun süre istikrar arz eden ittifaklardaki çatlakları, hiç olmadığı kadar bariz biçimde gösteriyor, diyor Radio Europa Liberă:
“Münih'teki güvenlik konferansında uzun süredir var olan eğilimler kendini gösterdi: Avrupa Birliği'nin batısındaki ülkeler ile ABD arasındaki farklılıklar sürerken, Avrupa'nın doğusundaki ülkeler ile Washington birbirlerine farklı yollardan ve yönlerden yakınlaşmaya devam ediyor. Fransa ve Almanya kendilerini 'AB'nin motoru' yapan ortaklıklarından vazgeçmişe benziyor ve eski rekabetlerini canlandırıyor. Rusya ise bölgesel kozlarını oynarken NATO'nun altı hız kesmeden oyulmaya devam ediliyor. Çatışmalar ve çatlaklar da derinleşiyor.”
Batı artık en cazip standart değil
Konferansın 'Batısızlık' başlığıyla düzenlenmesinin evrensel bir gerçekliğin gecikmiş itirafı olduğunu düşünüyor Diena:
“Öncelikle belirleyici olan, kasten olmasa da, sınırlı ölçüde ve çeşitli açıklamalarla açık bir şekilde kabul ediliyor: Batı ve Batılı değerler artık dünyanın geri kalan önemli bir kısmının kabul ettiği bir standart değil. 'Batısız' diye adlandırılabilecek, başta Avrasya'nın gelişen büyük güçleri olmak üzere dünyanın geri kalanı için bu neredeyse on yıldan bu yana geçerli. Bu kavram esas olarak Batı devletleri tarafından kontrol edilen küresel yapılara mesafe alındığını işaret ediyor. Aynı zamanda Batının kolektif egemenliğinin yerini çok kutuplu bir dünya düzeninin aldığına da işaret ediyor.”
Yeni bir vizyona acil ihtiyaç var
Batı'nın kendi liberalizm modeliyle daha cazip bir hal alıp alamayacağını haftalık Respekt değerlendiriyor:
“Münih'teki konferans her yıl daha da ağır bir depresyonun pençesine düşüyormuş gibi görünüyor . ... İlliberal güçlerin tezgahındaki 'ulusal çıkarların' savunulması şeklindeki göz boyama ve 'Önce Amerika' borazancılığı gayet iyi pazarlanabiliyor. Küreselleşme ve liberalizm taraftarlarının önerileri ise savunmaya yönelik. Batı'nın azalan çekiciliğini yeniden inşa etmek ve fikirlerinin yumuşak gücünü arttırmak için hem liberal demokrasileri hem de otoriter ülkelerde yaşayan insanları güçlendirecek yeni bir pozitif vizyon geliştirmemiz gerekiyor.”
Macron, Avrupa vizyonunu ayakta tutuyor
Der Standard, Macron'un Münih Güvenlik Konferansı'ndaki konuşmasını överek onun, hareket yeteneği olan bir Avrupa vizyonundan henüz vazgeçmediğini vurguluyor:
“Macron haklı olarak Fransa ve Almanya'nın oluşturduğu itici gücün daha fazla desteğe ihtiyaç duyduğunu, geleceğe yönelik nükleer caydırma programlarının sadece Amerika bağlamında düşünülmemesi gerektiğini, Fransa'nın uluslararası terörle mücadelesinde daha çok destek görmesi gerektiğini ısrarla vurguluyor. Birçok ülke başını kuma sokmaya devam etse de Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Münih'te 'diyaloga daveti' kabul etmeyi değerlendirdi. 'Kendi egemenliğini temel alarak kendini koruyabilen bir Avrupa' vizyonu, öncelikle Macron'un vizyonu olmaya devam ediyor. Bu vizyonun gerçekleşmesi için de her şeyden önce eyleme ihtiyaç var. O zamana kadar Macron, rahatsız edici ama önemli bir ilham kaynağı olagelecek.”
Almanya artık daha fazla çabalamalı
Frankfurter Allgemeine Zeitung, Almanya'yı bağlı olduğu ittifaklar için daha fazla çabalamaya çağırıyor:
“Almanya'nın daha fazla sorumluluk alması gerektiği, bunu istediği ya da gelecekte yapacağı nakaratını sık sık duymadık mı? … Fransa Cumhurbaşkanı Macron sabrı tükenen tek kişi değil; önerileri ve girişimleri Berlin'de pek çok kez kulak arkası edildi. Avrupa güzel ama boş laflarla büyük güçlerle rekabet edemeyeceğine göre, bu durumun da değişmesi gerekiyor. Almanlar kendilerini dev aynasında görmeyi bırakıp şunu anlamalı: AB'nin dayanışması ve gücü, deniz aşırı ilişkilerin sağlamlığı ve dolayısıyla 'Batı'nın direnci önemli ölçüde kendilerine bağlı. Avrupa'nın ortasında kaygıyla çarpan bir yüreğe yer yok.”
Avrupa'nın birliği Transatlantik birlikten öncelikli
Duma, Güvenlik Konferansı'nın ardından, Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un AB-Rusya ilişkilerinin yeniden yapılandırılması konusundaki fikirlerini övüyor:
“Bir jeostrateji politikacısı olarak Macron, büyük komşu Rusya'yla uğraşmayı anlamlı bulmuyor. … Macron, AB'nin Rusya karşısında Avrupa'ya özgü, tümüyle Avrupa tarafından biçimlendirilmiş, Transatlantik olmayan bir politika izlemesini istiyor. ... Böylece ABD'nin de, AB-Rusya ilişkilerine karışmaması gerektiğini ima ediyor. Bu, ülkesini her zaman ABD'den gelen müdahalelere karşı şiddetle koruyan Charles de Gaulle'ün politikasının modern çeşitlemesidir. ABD'nin son 30 yılda yaptıklarına bakıldığında, Fransa Cumhurbaşkanının görüşleri sadece akla yakın değil, aynı zamanda AB'nin hayatta kalması için de hayati öneme sahip görünüyor.”