AB ve Türkiye mülteci krizine çözüm bulamadı
Brüksel'de AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında pazartesi günü yapılan kriz toplantısından elle tutulur sonuç çıkmadı. Önümüzdeki hafta Erdoğan, Macron ve Merkel'i İstanbul'da ağırlayacak. Bu buluşmada mültecilerin Türkiye-Yunanistan sınırında kalması ve Suriye'deki son durum masaya yatırılacak. Basında yer alan yorumlar, Ankara ve AB'den memnuniyetsizliği yanısıtıyor.
Avrupa'nın müttefiki yok
Diário de Notícias'a göre Avrupa Birliği, birbiriyle uyumsuz iç ve dış politikası nedeniyle kendisini kötü bir konuma getirdi:
“Avrupa, onlarca yıldır ABD'nin gücünü silahlarıyla gösterdiğini, AB'nin ise siyasi teşvikler, mali destekler, diyalog ve tarafsız kalarak müdahale etmemekle çevresindeki ülkeler üzerinde olumlu etki bıraktığını iddia ediyor. ... Ancak bir dost çevresi olmayan Avrupa, AB Komisyonu eski başkanı Prodi'nin 2004 yılında dile getirdiği şu görüşü tekrarlamakla yetiniyor: Küresel bir aktör olmalıyız. ... Ortak bir dış politika, istikrarlı ya da geçici çoğunlukların iradesinden değil, ortak çıkarların varlığından doğacak. Ortak çıkarlara ulaşmanın en iyi yolu da, Ortak Pazar'ın konsolide edilmesidir.”
AB burada Atina'yı temsil edemez
Yunanistan'ın görüşmelerde muhakkak bizzat bulunması gerekiyor, diyor Avgi:
“Hükümet kulislerinden yükselen seslere bakılacak olursa Atina yönetimi müzakere masasında kendine yer bulmak için elinden geleni yapıyor. ... Yunanistan bunu gerçekleştirebilecek mi? Ne de olsa Yunan hükümeti Ankara ile en üst düzeyde doğrudan diyaloğun yeniden kurulması için son aylarda büyük bir çaba sarfetmedi. Ancak her tarafın kendi çıkarları olduğu ve AB'nin çıkarları da yeknesak olmadığı için bu görüşmelerde Atina yönetiminin de mutlak surette yer alması gerekiyor. Erdoğan sığınmacıları Meriç'e sürdüğü sürece AB ile bir mutabakat olmayacak. Atina'nın buna izin vermeyeceğini düşünüyoruz. Bu durum kuşkusuz müzakereleri zorlaştıracak ve gerek Türk gerekse Avrupa tarafının ödün vermesi gerekecek.”
Avrupa sorumluluktan kaçıyor
Krytyka Polityczna'ya göre Avrupa Birliği göç siyaseti konusunda hileler ve bağlayıcılığı olmayan uygulamalarla yetiniyor:
“2017 yılında Avrupa Adalet Divanı, Türkiye ile imzalanan anlaşma konusunda, AB'nin Ankara yönetimiyle bir anlaşma imzalamadığı hükmüne vardı. Buna göre Mart 2016 tarihli mutabakat, 'üye ülkelerin liderleri ile Türkiye hükümeti arasında' imzalandı. ... Adalet Divanı bu tutumuyla, sığınmacıların Avrupa sınırları dışına geri gönderilmesi durumunda bir insan hakları ihlali olup olmayacağını değerlendirme sorumluluğunu üzerinden atmış oluyor. AB'nin göç ve iltica politikasının şekillendirilmesinde bağlayıcı olmayan araçlara başvurulması ne yazık ki AB içinde mutat bir uygulamaya dönüştü.”
AB vicdansız bir rekabeti kabul etti
The Independent, AB'nin eylemsizliği karşısında şaşkın:
“Avrupa Birliği en nihayetinde çözüm üretebilecek tek teşkilattır. Ancak şu ana dek, mevcut durumu iyileştirecek herhangi bir şey önermiş değil. Bunun yerine sorunlara, para saçarak müdahaleyi tercih etti. AB üyeleri böyle davranarak Yunanistan ve İtalya'nın bazı kesimlerinin, AB'nin 'ana ülkelerine' ulaşmaya çalışan insanların tutulduğu birer hapishaneye dönüşmesinde bir beis görmediklerini de itiraf ettiler. ... AB ile Türkiye arasında, kimin sığınmacılara daha az yardım edeceğinin belirleneceği bir rekabet bu krizi çözemez. Ama Avrupa tam da bunu yapmaya karar verdi.”
Türkiye. Tek başına!
Emin Çölaşan, Sözcü'deki yazısında Brüksel ziyareti sonrasında Erdoğan'ın insanlara somut sonuçlar borçlu kaldığını belirtiyor:
“Bu önemli toplantılar konusunda ne diyeceğini merakla bekliyorduk. 'Başardık' demesi gerekirdi, olmadı.'Onları ikna ettik, şunları elde ettik. Bize hak verdiler ve gereğini yapacaklar' demesi gerekirdi, o da olmadı! Gündeminde Suriye olayı vardı, Trakya sınırında Yunanistan'la yaşanan ciddi kriz vardı. 'Yandaş medya yine zafer çığlıkları atar, ne olduğunu öğreniriz' dedik, yine olmadı. Şu kocaman dünyada tek başlarına kaldılar, bunu görmek istemiyorlar. ... Suriye olayında şu anda sessizliğe gömüldük. Hiç kuşkum yok, inşallah yanılırım ama bazı eller en kısa zamanda tetiğe dokunacak ve silahlar yine patlayacak, çatışmalar başlayacak. Yarın öbür gün Yunan sınırında da çatışma çıkarsa sakın şaşırmayalım!”
Yunanistan'dan Ankara ve Brüksel'e net mesaj
Atina, aldığı sert önlemlerle birden fazla mesaj verdi, diyor Kathimerini:
“Sınırları kapatmak en doğru karardı. Böylece Ankara yönetimine, şantaja boyun eğilmeyeceği mesajı verilmiş oldu. Avrupa'ya ise Yunanistan'ın insanların tutulduğu bir depo olarak kiralanamayacağı gösterildi. Yunanlar hükümetlerinin, ulusal çıkarlar adına zor kararlar aldığını gördü. Umalım da Türkiye, Yunanistan sınırının Avrupa sınırları olduğunu anlar. Öte yandan umudumuz, Avrupa'nın Dublin Anlaşmasının iptal edilmesi ve sorunla baş edebilmek için -Türkiye için de- gerekli mali kaynakların ayrılması gerektiğini bir an önce anlaması.”
Herkes elini taşın altına sokmalı
Tagesspiegel'in İstanbul muhabiri Susanne Güsten'e göre iki tarafın da düşünme biçimini değiştirmesi gerekiyor:
“Türkiye, AB'nin işbirliğini şantaj yaparak elde edemeyeceğini kabul etmek zorunda. Türkiye'nin Rusya ile ittifakının Suriye'de sallantıda olduğu bir dönemde Ankara yönetiminin batıda bir müttefike ihtiyacı var. Hal böyleyken Avrupa ile takışmak akıllıca olmayacaktır. Avrupa, Türkiye'nin Suriye'deki çıkarlarına anlayış göstermeli. Birçok Avrupa başkentinde Türkiye politikalarına yön veren Erdoğan antipatisi, bu ülkeyle akılcı bir ilişki kurabilmeyi engelliyor. Türkiye, Suriye ile 900 kilometrelik bir sınıra sahip ve komşusundaki huzursuzlukları, Berlin ya da Paris'teki siyasetçilerden çok daha farklı bir gözle görüyor. AB, Suriye çatışması için bir çözüm arayışında bugüne dek olduğundan çok daha aktif bir rol üstlenmeli.”
Kararlılık ve baskı daha doğru olur
Buna karşın haftalık Dilema Veche gazetesi, AB'nin Erdoğan'a meydan okuması gerektiğini söylüyor:
“2020 yılında da 2015'tekine benzer bir sığınmacı krizi yaşayacak olursak bunun Avrupa'da siyaset üzerindeki etkilerini öngörmek mümkün değil. Erdoğan'ın Avrupalıların değerlerinin değişmesine yol açması kabul edilemez. ... Sırf farklı bir şey yapmış olmak için Avrupalılar bu kez kararlı olmayı deneyebilir. AB ile iyi ilişkilerin yararlarını saymak yerine, desteği çekmeliler. Erdoğan'ı meşru kabul etmek yerine ona hapisteki Türkiyeli aydınları hatırlatmalılar. Sorunlardan kaçmak yerine onlara göğüs germeliler. Böyle davrandıklarında birçok Türk onlara müteşekkir olacaktır.”
Türkiye Suriye konusunda destek istiyor
Erdoğan, Avrupa'yı harekete geçirip sığınmacı krizinde kalıcı bir çözüm bulması için sınırları açtı, diyor Sabah gazetesi:
“Derdimiz tüm mültecileri Avrupa'ya göndermek ve AB'yi çökertmek değil, olmamalı. Ne insani ne stratejik olarak birincil tercihimiz bu değil. Aksine biz bu insanların kendi ülkelerine dönmelerini hem insani hem de stratejik olarak savunmak durumundayız. Türkiye halihazırda Suriye'nin kuzeyinde bir güvenli bölge kurdu. Şimdi göçmenlerin yaklaşık 2 milyonu bu bölgeye geçebilir. Ancak bunun ekonomik bir maliyeti var. Eğer Avrupa göçmen akınından uzak kalmak istiyorsa, eğer Rusya'nın kendilerine ileriki yıllarda daha büyük bir hesap çıkarmasını engellemek istiyorsa, eğer Suriye'nin geleceğinde var olmak istiyorsa bu bölgelerdeki yerleşim inşasına katkı sunmak zorunda.”
Sığınmacılar, gövde gösterisi mağduru
Pravda, AB ile Türkiye arasındaki imzalanacak yeni bir sığınmacı anlaşmasına kuşkuyla yaklaşıyor:
“2016 tarihli anlaşma, daha başından itibaren ahlaki açıdan tartışmalı ve uluslararası hukuka aykırıydı. Nitekim sürdürülebilir olmadığı da kısa sürede görüldü, zira AB'yi, sığınmacıları vicdansızca kendi siyasi amaçları için suistimal eden bir otokratın iradesine bağımlı kılmış oldu. Tüm bunların ceremesini şimdi Yunanistan ve bu gövde gösterisinde iki taraf arasında sıkışıp kalmış yüz binlerce sığınmacı çekiyor. Buna karşı bir şey yapmayanlar da suça ortak oluyor.”