AB sığınmacılar konusunda anlaşacak mı?
Hafta sonu yapılacak AB zirvesi öncesinde -ve Angela Merkel'in talep ettiği mini zirvenin ardından- AB devletlerinin ortak bir göç politikasına ulaşıp ulaşmayacakları hala belli değil. Aynı belirsizlik, dayanışmacı sığınmacı alımı taraftarları ve tecrit politikası temsilcileri arasında kimin galip geleceği sorusunda da geçerli. Gazeteciler siyaseti uyarıyor.
Bir kez daha sorunun kökenine inilmiyor
Avrupa'daki göç tartışması asıl sorunu ıskalıyor, diyor The Economist:
“Gerek yasadışı denizaşırı girişler gerekse iltica başvuruları, önceki yıllara göre en düşük seviyelerde seyrediyor; bunun etkenlerinden birisi Türkiye ve Libya'yla imzalanan anlaşmalar. ... Ama sığınmacı politikası daima gecikmeli olarak tepki veriyor. Sığınmacı krizi, tüm Avrupa'da göç karşıtı partilerin ivme kazanmasına yol açtı. Bunun sonuçları şimdi açıkça görülmeye başlanıyor. İtalya'da popülistler hükümete geldikten sonra seçim vaatlerini hayata geçirmeye uğraşıyor. Almanya'da dışarıdan giderek daha çok müdahale ediyorlar. Bu nedenle Avrupa'daki tartışma kendi mantığını izliyor ve göç akımlarının asıl sebebiyle daha az ilgileniyor. Ortadoğu'daki savaş, Kuzey Afrika'daki işlevsiz devletler ya da Sahra altı Afrika ülkelerindeki yoksulluk gibi konulardaki tartışmalar erteleniyor. Her zaman olduğu gibi.”
Önce alçakgönüllülükle dinlemeli
AB üyesi devletler şimdi dizginleri sıkı tutmak zorunda, diyor Göteborgs-Posten:
“İtaya ve Almanya'da olanların yanı sıra [sağcı] SD'nin anketlerde üst sıralarda çıktığı İsveç'te yaşanan gelişmeler, göç meselesinin tahrip gücünü gösteriyor. ... Avrupalı seçmenlerin memnuniyetsizliği görmezden gelinirse, sığınmacı politikasını sertleştirmek isteyen partiler, Avrupa içindeki işbirliğini de sorgulamaya açmış olacaklar. Avrupa'da uzun vadede etkili ve düzenli bir göç politikasına gereksim var. Bu nedenle Löfven, Macron dahil Avrupalı meslektaşlarının bu zirvede söyleyeceklerine alçakgönüllülükle kulak vermeli. İsveç başbakanı, iltica başvurusunda bulunacaklar için Afrika'da bir kabul merkezi önerisine baştan hayır dememeli.”
Sığınmacı krizi fırsat olarak görülmeli
Avrupa'nın kurtuluşu sığınmacı krizinin ortaklaşa çözümünde yatıyor, diyor Avvenire:
“Yurttaşların etkili bir siyasetle küreselleşmenin sonuçlarından korunmayı talep ettikleri bir dönemde, böylesine önemli ve hassas bir konuda ortak bir çizginin var olmaması, tüm topluluk [AB] projesinin sorgulanmasına neden oluyor. Burada toplum refahı arayışı sadece konuşma sanatının bir örneği değil, son derece somut bir politik antrenmanıdır. ... Avrupa'nın yapacağı tek akıllıca hareket, bu sorunu herkes için bir fırsata dönüştürmek. Bunun içinse toplum refahını bir karikatür düzeyinin ötesine taşımak gerekiyor. ... Bu durumda gerçek toplumsal refah, henüz var olmayan bir değere yönelik ortak bir projeksiyon olacaktır. Bu da kurumları, ekonomiyi, toplumu ve yurttaşları harekete geçmeye teşvik edecektir.”
Uzlaşma hala mümkün
Les Echos'un Brüksel muhabiri Gabriel Grésillon, ortak bir AB mülteci politikasının nasıl hayata geçirileceğini açıklamış:
“Böyle bir uzlaşma genelde ekonomik nedenlerden göçenler ile sığınmacılar arasında temel bir ayrıma dayanabilir. Birinci grup için AB içinde serbest dolaşımın sınırlandırılması, geri göndermelerin hızlandırılması, daha sıkı sınır kontrolleri ve geldikleri ya da transit geçtikleri ülkelerde daha etkili önlemler alınabilir. Sığınmacılar açısından düşünüldüğünde, böyle bir uzlaşma sayesinde Avrupa dayanışması, özel durumlarda farklı karar verme imkanı bulacaktır. Ancak bunun karşılığında Roma ve Atina'ya somut bir şeylerin verilmesi ve Angela Merkel'in eski [sığınmacı kotası] fikrinden resmi olarak vazgeçmesi gerekecektir.”
Afrika'da iltica merkezlerine hayır!
Times of Malta, AB dışında, Donald Tusk'ın önerdiği türden kabul merkezleri kurulmasına karşı çıkıyor:
“Bize bu merkezlerde insan onuruna yakışır en yüksek standartta insan haklarının geçerli olması gerektiğini söyleniyor. Ancak bu standartlara, Avrupa'daki kabul merkezlerinde bile riayet edilmiyor. Buralarda, kampların kapasitesinin çok üzerinde insan yaşıyor, hem göçmenler hem de çalışanlar büyük bir stres altında. Pek çok sosyal sorun, bu kamplar nedeniyle ortaya çıktı. Malta'da, İtalya'da, Yunanistan'da ya da başka bir Avrupa ülkesinde gerçekleştirilemeyen standartlara Libya'da ya da Nijer'de riayet edilebileceğine kim inanacak? Anlaşılan o ki, tehlikeleri azaltmak yerine, 'gözden ırak gönülden ırak' usulü bir yaklaşım izleniyor.”
Atina ahlaki direnç göstermeli
Kathimerini'ye göre Atina, göçmenleri ilk giriş yaptıkları ülkelere geri göndermenin görüşüleceği zirvede sıkı bir pazarlık yapmalı:
“Yunanistan, coğrafi konumu itibariyle Avrupa'nın giriş kapısı sayılabileceği ve diğer AB ülkelerinin geri gönderilen göçmen ve sığınmacıları alma riskini taşıdığı için büyük bir tehlikeyle karşı karşıya. ... Yeterli dayanışmanın olmaması ve Yunanistan'ın ortaklarının sorunu mümkün olduğunca insani bir şekilde çözmek için gerekli iradeyi göstermemesi, durumu daha da vahim hale getiriyor. Hükümet ahlaki olarak, Yunanistan'ı bu zavallı insanlar için 'toplama alanı' yapacak her türlü 'öneri' karşısında dik durmakla yükümlüdür.”
İtalya ve Yunanistan AB'yi zor durumda bıraktı
Buna karşın Wiener Zeitung, sığınmacıların ilk geldiği ülkelerle ilgili farklı bir bakışa sahip:
“AB; İtalya ve Yunanistan'ı ortada bırakmış değil, aksine -Macaristan'dan farklı olarak- Yunanistan ve İtalya, yasal sorumluluklarını yerine getirmeyerek AB'yi zor bir duruma soktu. İtalya ve Yunanistan, sorumluluklarını tutarlılıkla yerine getiremeyecekse ya da getirmek istemiyorsa ve aynı zamanda dış sınırların etkin ve hızlı bir şekilde ortaklaşa korunması mümkün olmayacaksa o zaman bu ülkelerin Schengen bölgesinde neden yer aldıklarını sorgulamak gerekecek.”
Orbán Merkel'i devirmeye çalışıyor
Avrupa çapında bir çözüm arayan Almanya Başbakanı Merkel -AB'deki belki de en büyük muhalifi olan- Macaristan Başbakanı Orbán'ı Berlin'e davet etti. Népszava, Merkel'in böylece Avrupa odaklı bir çözüme yaklaştığı görüşünde:
“Orbán sığınmacı meselesinde AB'nin bütün önerilerini prensip olarak reddediyor ve CSU'lu Bavyera Eyalet Başkanı ve İçişleri Bakanı Horst Seehofer'in sırtına yüklediği siyasi yükün altında inleyen Angela Merkel'in devrilmesiyle ilgili planlar yapıyor. Orbán siyasi vicdana sahip olsaydı, 2015 yılında Budapeşte'de insani bir kriz yaşandığını söyleyip Almanya'nın sınırlarını açmasını sağlayarak zamanında Almanya başbakanını kandırdığını itiraf ederdi. Orbán bugün artık sığınmacılar konusunda bütün Avrupa'yı kapsayacak ortak bir çözümü açıkça engellemeye çalışıyor.”
Salvini, Orbán'ı Merkel'e tercih ederdi
AB içindeki fay hatlarının ne kadar canlı olduğu, Huffington Post Italia'daki yazıdan görülebilir:
“AB Konseyi toplantısına on günden az kala AB açıkça bölünmüş halde. Bir tarafta Vişegrad Grubu'nun 'egemenlikçileri' (Polonya, Çekya, Slovakya, Macaristan) yer alıyor. Avusturyalılarla beraber [bu perşembe günü] Budapeşte'de, Viktor Orbán'ın 'sarayında' buluşacak ve AB zirvesine gitmeden önce kılıçlarını bileyecekler. Diğer taraftaysa AB'nin tarihsel olarak liderliğini yapmış Almanya, AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ile beraber, pazar günü için Brüksel'de gayrı resmi bir toplantı çağrısında bulundu. ... İtalya, her ne kadar Macaristan'daki buluşmaya katılacak olsa da, siyasi açıdan egemenlikçiler bloğuna, diğer bir deyişle, Merkel'den ziyade Orbán'a daha yakın duruyor. Salvini sayesinde...”
Avrupa kalesini keskin nişancılar mı korumalı?
AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, sığınmacı kamplarının AB'nin dış sınırlarının dışında inşa edilmesini öngören bir plan önerdi. De Morgen, Avrupa ahlaki sınırlarını aşmamalı, sözleriyle uyarıyor:
“Birçok soru cevaplanmadan kalıyor. Örneğin hangi devlet topraklarını bir AB kampı için rehin bırakmayı kabul edecek, karşılığında ne isteyecektir? Geçerli oyun kuralları bizimkiler mi olacak Libyalı paralı askerlerinki mi? ... Etik burada sadece bir ayrıntı değil. İtalya İçişleri Bakanı Salvini, aşırı sağcı takımın, yemin ettikten sonra da aynı aşırı sağcı takım olarak kaldığını bizlere kanıtlamakla meşgul. Tıpkı Trump gibi Salvini de bize, sadece fiziksel değil ahlaki sınırlarımıza da sahip çıkmamız gerektiğini hatırlatıyor. Avrupa'nın etrafında bir duvar çektiğinizde, tepesine keskin nişancılar koymaya da hazır mıyız? Bu dünyanın Salvini'leri hazır, peki ya biz?”
Merkel'in duygusal hümanizmi işe yaramıyor
İşverenlere yakın düşünce kuruluşu WEI'den Andrzej Talaga, Rzeczpospolita'da kötü bir göç politikasının feci sonuçları olacağını yazıyor:
“Toplumun kültürel uyumu yok ediliyor, göçmen mahalleleri suç yuvasına dönüşüyor, Müslüman göçmenlerin yaşadığı gettolar, teröristler için geri çekilme alanı oluyor. ... Ama nüfusumuzun azalması ve yaşlanmasından dolayı yeni yurttaşlara ihtiyacımız var. Olumsuz sonuçlardan kaçınmak için bunları seçmemiz gerekiyor. Başbakan Angela Merkel'in 2014 [sic] yılında sınırları tüm mültecilere açarak gösterdiği duygusal hümanizm ise bu konuda çok kötü bir yol gösterici. Etnik ve kültürel olarak benzer, hızla asimile olacak göçmenlere ihtiyacımız var.”
Empati duygusunu kaybetmemeliyiz
Novi list, göç politikasındaki yeni gelişmeler ışığında çocuklarımıza nasıl bir dünya bıraktığımız sorusunu soruyor:
“ABD'de sistematik bir biçimde göçmenlerin elinden bebek, ergen demeden çocukları alınıyor ve bir yere hapsediliyor. Böyle şeylerin 2018 yılında hala yaşanıyor olması inanılır gibi değil! ... Ancak sert önlemler alınması gerektiği sesleri Avrupa'da da yükselmeye başladı. Göçmenlerle empati kurmak, yaşananlar yüzünden vazgeçilmesi gereken bir ütopya olarak görülüyor. Başkalarının içimizde uyandırdığı merhamet duygularını öldürdüğümüzde nasıl insanlar olacağız? Çocuklarımıza, empati duymanın saflık, aptallık, beceriksizlik olduğunu, çok pahalıya mal olduğunu ve çıkarlarımıza aykırı olduğunu gösterirsek onlara nasıl bir Avrupa bırakmış olacağız?”
Merkel ve Macron her konuda karar vermek istiyor
Fransa ile Almanya'nın ortak göç politikasındaki amacının, [Avrupa Birliği Sınır Güvenliği Birimi] Frontex'i bir Avrupa sınır polisine dönüştürmek ve bir Avrupa Göç Dairesi oluşturmak olduğunu söyleyen, iktidara yakın internet portalı Origo eleştiri de getiriyor:
“Bu tür bir sistem, üye devletlerin -Avrupa Anlaşmaları'na aykırı olarak- bazı yetkilerinin ellerinden alınması anlamına gelecektir. Ulusal egemenlik alanları da daraltılacaktır, çünkü artık kimlerle birlikte yaşamak istediğimize biz değil, Brüksel karar verecektir. Öyle bir durumda kotaları uygulamak da çok kolay olacaktır. Bu kotalar, göç ülkesi olmak istemediğini açıkça dile getirmiş ülkelere de dayatılabilecektir.”
Akdeniz ülkeleri, birleşin!
Causeur'e göre Macron, Conte'yi takip etmek zorunda kalacak:
“Fransa'nın, Akdeniz'i Ren bölgesine tercih etme ve Angela Merkel'in sabote ettiği Akdeniz Birliği'ni canlandırma zamanı geldi. Alınacak ilk ortak önlem, Conte'nin bizi mecbur bıraktığı 'çıkış ülkesi ve transit ülkelerde, sığınmacıların iltica evraklarının kontrol edileceği Avrupa merkezleri kurmak'. Kuzey ülkeleri konunun kendilerini ilgilendirmediğini (ya da Britanya gibi artık ilgilendirmediğini) düşündüğü için, sorunu Akdeniz ülkeleri çözmek zorunda. ... Konunun muhatabı olan 15 Güney ve Doğu Avrupa ülkesi, insani yardım sektörünün müdahalesini asgaride tutacak bir strateji geliştirmek zorunda. Bu ülkeler ortak bir yol bulursa Brüksel onlara uymak zorunda kalır.”
Kriz Rusya'ya da iyi gelmeyecek
İyi bir göçmen politikası konusundaki anlaşmazlıklar Avrupa'yı derin bir krize sürüklüyor, diyor Radio Kommersant FM:
“Anlaşılan sorun sadece bir şekilde çözülebilir: Göçmenlere geri gönderileceklerini söylemek ve herhangi bir ödeme yapılacağı yönünde söz vermemek. Ancak AB ülkeleri bariz zafiyetlerinden dolayı böyle bir karar almayacaktır. Bu ise AB'nin daha fazla parçalanması ve iktidarın sağcılar tarafından ele geçirilmesi anlamına gelecektir. Rusya için, tüm bunlar olumlu gelişmeler değil. Aksine, 'ayrı bir yol' taraftarlarına ve ülkenin Avrupa'ya sırt dönmesini isteyenlere yarıyor. Ne olursa olsun büyük bir Avrupa apartmanında yaşıyoruz ve apartmanın duvarları sallanır, çatısı akıtırsa bundan biz de etkileniriz.”
Önce insanlık
Aaamulehti göç ve iltica tartışmasında tüm zorluklara karşın bir ilkeden vazgeçilmemeli, diyor:
“Bu tartışmanın iki kutbu var: Bir tarafta tehdit altında ve zor durumdaki insanlara yardım etme sorumluluğu, diğer taraftaysa gelenlerin yarattığı maliyet ve uyumla ile ilgili endişeler. Göçmenler homojen bir insan grubu değil. Dolayısıyla onları aynı kefeye atmak da mümkün değil. Bu yüzden çözümler de farklı ve çok katmanlı olmak zorunda ve bu yüzden tartışma kolayca kakofoniye dönüşebiliyor. ... Çözüm ne kadar zor olsa da, insanların kendi ülkelerine ilişkin endişeleri ne kadar büyük olsa da, hiçbir şey insanlara insanca muamele etmeyi unutmamızı haklı gösteremez.”
Lütfen Avustralya'yı örnek almayın
Avrupalı siyasetçiler, Avustralya örneğinde bir tecrit siyasetinden kaçınmalı, diye uyarıyor Financial Times:
“Avustralya, sığınmacıların olduğu teknelerin ülkeye girişini engelleme amacına büyük ölçüde ulaştı. Avrupalı siyasi liderler bu katı siyaseti savunmak için insani bir argüman kullanmaya çalışabilir: Sığınmacı teknelerinin sayısı azaldıkça insanların açık denizde boğuldukları trajediler de azalacaktır. Ancak Avrupalı siyasetçiler şeytana uymamalı. Avusturalya'nın sığınmacı politikası, acımasızlığıyla tanınıyor. Bir ada -devlet olan Nauru'daki sığınmacı kampında açlık grevleri, intiharlar ve sayısız istismar vakası suçlamaları yaşandı. Manus adasındaki ikinci kampta ise bir yıl önce su ve elektrik kesildi.”
Sığınmacı trajedisi Avrupa'nın suçu değil
Figaro'da uzun yıllardır savaş ve dış haberler muhabiri olarak çalışan Renaud Girard'a göre, Avrupa'nın Afrikalı sığınmacılara yardım etmek gibi ahlaki bir sorumluluğu yok:
“Afrikalı genç erkekler ülkelerinden kaçmak için tehlikeli yolculuklara kalkışıyorsa bunun sorumlusu neden Avrupalılar olsun? Avrupalı güçler, Afrika'da yönetim konumlarını terk edeli atmış yıl, iki kuşak geçti. Seçkinlerin ve Afrikalı insan kitlelerin bağımsızlık idealiyle sevinç çığlıkları attıkları bir ortamda ülkeyi terk ettiler. O zamanlarda sol, sonsuz vicdanıyla bunu olumlu karşılamıştı. O halde çağdaş dönem korsanları gibi bu yüz karası insan ticaretini yaratanlar Avrupalılar mı yoksa insan kaçakçıları mı?”
Merkel'in yolu, yol değil
Tages-Anzeiger, Merkel'in sığınmacı krizinde ulaşmaya çalıştığı Avrupa odaklı çözüme inanmıyor:
“Bir zamanların güçlü figürü Merkel'in otoritesi, Berlin'de olduğu gibi AB'de de gittikçe azalıyor. Rakipleri bunun farkında ve ufukta yeni umutlar görmeye başladılar. Almanya'da Merkel'in rakibi, İçişleri Bakanı Seehofer. Avrupa sahnesinde ise Macaristan Başbakanı Viktor Orbán güçlendi ve sınırları tamamen kapama politikasının öncülüğünü yapıyor. Viyana ve Roma hükümetleri de Merkel döneminin bitmesine oynuyor gibi. Zayıf ve bitkin Merkel, siyasi kaderini sığınmacı krizine getirilecek Avrupa odaklı bir çözüme bağlamış durumda. Ancak dayanışma ve yüklerin paylaşılması konusunda ortak paydalar tükenmiş gibi gözüküyor. ... Çeşitli aşırı ideolojik pozisyonlar arasında pragmatik bir orta yol bulma olasılığı da yitip gidiyor.”
Roma dostlarını çok iyi seçmeli
Diplomat Michele Valensise, La Stampa'daki yazısında İtalyan hükümetini iltica tartışmasından eli boş dönmemek konusunda dikkatli olmaya davet ediyor:
“Bavyera formülü her türlü çok taraflı yaklaşım karşısındaki kuşkunun bir ifadesi. Avusturya ve Vişegrad ülkeleri de aynı görüşü paylaşıyor. Oysa pratikte iltica adaylarının ilk geldikleri Avrupa ülkesine geri gönderilmeleri, kabul etmek zorunda olduğumuz göçmen sayısını arttıracaktır. Çünkü bu insanların bir kısmının İtalya'yı aşmış olması güçlü bir olasılık. Yani egemenlik haklarıyla dayanışma göstermek, meşru çıkarlarımızı korumaz, sadece bunlara zarar verir. Bu durumda zamanı geldiğinde Brüksel'de ne düşündüğümüzü açıkça söylemekte yarar var. Bilinçli ya da bilinçsiz yapılsın, belirsizlik içeren her tutumdan mutlaka kaçınmak gerekir.”
'Çok bilmişler' işleri zorlaştırıyor
Delfi'ye göre, bu tartışmayı eli kolu bağlı izlediğini düşünen yurttaşın sığınmacılara karşı beslediği düşmanlık artıyor:
“Seçimlerde ve halk oylamalarında yurttaşın iradesinin galip geldiğini kurumlarıyla güvence altına almayan siyasi bir sistem demokratik değildir. ... Parlamentoların, devlet başkanlarının ve yurttaşın gücü böylece sınırlandırılmış oluyor. Onların yerine kararları teknokrat kurumlar veriyor. Hele bir AB Komisyonu'na karşı durmayı deneyin bakalım! ... Buna bir de seçkinlerin sokaktaki yurttaştan uzaklaşmasını eklemek lazım. Seçkinler kendilerinin daha çok bilgi sahibi olduğunu, daha ilerici olduğunu düşünüyor ve bu yüzden çoğunluğun fikirlerine karşı siyaset yapmayı hakkı olarak görüyor.”
Sánchez ya da Salvini
El Periódico de Catalunya Genel Yayın Yönetmeni Enric Hernàndez'e göre, haziran sonunda toplanacak AB zirvesinde AB'nin izleyeceği yol konusunda dananın kuyruğu kopacak:
“Aquarius'un [Valencia'ya] gelişi ne Başbakan Yardımcısı Carmen Calvo'nun ifadesiyle 'dayanışmacı ruhun bir enstantanesi' ne de hükümet karşıtlarının ileri sürdüğü gibi simgesel siyasetin oportünist bir hamlesi. ... Sağlanan destek, Merkel'in [2015'te] bir milyon sığınmacıya kapıları açıp bedelini seçim yenilgisiyle ödemesinden bu yana gösterilen yegane insani yardım niteliğinde. ... Kimin Avrupası burası, Salvini'nin mi Sánchez'in mi? Yaklaşan AB zirvesinde çözüme kavuşturulması gereken konu bu -ki buradaki belirleyici etmen Merkel olacak. Aquarius'taki mültecilerin bir kısmını almayı öneren kararsız Macron, hangi cephede yer aldığına artık karar vermek zorunda.”
Varşova ve Budapeşte'den özür zamanı
Wpolityce.pl, Macaristan ve Polonya'nın göç konusundaki yaklaşımlarının yavaş yavaş kabul görmesine seviniyor:
“Avrupa'nın kapılarını ihtiyaç sahiplerine açmasının hiçbir şeyi değiştirmediği açıkça görülüyor. Milyonlarca insan alındı Avrupa'ya ama daha iyi bir yaşam isteyen milyonlarca insan yine kuyruklarda bekliyor. ... [Avrupa'da] Macaristan ve Polonya'nın uyguladığı yöntem, akılcı bir alternatif olarak görülmeye başlandı. Bu yöntemin temelinde, yerinde yardım, AB dış sınırlarının ve egemen devletlerin bütünlüğünün korunması yatıyor. ... Bu nedenle gerek söz konusu ülkelerde gerekse Berlin ve Brüksel'deki kimi siyasetçi ve yayıncılar artık tek bir şey yapabilir: Macaristan ve Polonya'dan özür dilemek. Birçok şey söylediler, hakaret ettiler ve şimdi bu sözlerini geri almak zorundalar. Ahlakçı bir tepeden bakmacılıkla yanıldıkları bir konuda ders vermeye çalıştılar.”
Korku simsarlarına geçit yok
İtalya'nın yeni başbakanı, yanlış veriler sayesinde göçmen korkusunu körüklüyor, diyor Le Monde:
“Salvini'ye inanacak olursak, Avrupa'daki göç rakamları hala 2015'teki en yüksek seviyelerde seyrediyor. ... Ancak bu aldatmacayı sürdürmek, yanıltıcı olacaktır. ... İtalya'nın merkez sol hükümeti, Libya'daki iktidar ve asi gruplarla az çok resmi anlaşmaya varıp bu ülkeden gelen göçü ciddi oranda düşürmeyi başardı. ... Dönemin İçişleri Bakanı Marco Minitti, başta Salvini'nin Lega Partisi olmak üzere aşırı uç partilerin rüzgarını kesmeye çalıştı ama çabası yeterli olmadı. Ancak bu durum, Avrupalı aşırı sağcıların tuzağına düşmeyi gerektirmez. Bu kesimin 2019 AP seçimlerinde korku sayesinde oy toplamaya çalışacağı açık.”