ABD, BM İnsan Hakları Konseyi'nden çıkmakta haklı mı?
ABD, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi'nden ayrıldığını açıkladı. Washington bu kararı, konseyin, bilhassa İsrail'e karşı takındığı taraflı tutumuna bağladı. Bazı yorumcular bu kararı, Amerika'nın yalnızlaşmasının bir sonraki adımı olarak nitelendirirken diğerleri anlayışla yaklaşıyor.
Konsey sol ideolojiyle dolu
Gość Niedzielny, ABD başkanının konseyden ayrılma konusunda haklı olduğunu düşünüyor:
“Donald Trump'ın bazı BM kurumlarının faaliyetleri hakkındaki konuşmalarını takip edenler, bu karar karşısında kesinlikle şaşırmadı. ABD başkanı, bu kurumların ya etkisiz ya da sol ideolojilerle dolu, hatta çoğu zaman ikisinin birlikte olduğuna inanıyor. Kendisine hak vermemek mümkün değil. ABD'nin BM Büyükelçisi Nikki Haley, İnsan Hakları Konseyi'nin insan haklarını sürekli olarak ihlal eden devletleri koruduğunu, ideolojik önyargılara sahip olduğunu ve çifte standartla hareket ettiğini ileri sürerken yalan söylemiyor. Örneğin sürekli olarak İsrail'i, Filistinlilerin haklarını görmezden gelmekle suçluyor, ancak Hamas'ın terör saldırılarını kınamaya gelince, kafasını kuma gömüyor.”
Yalnızlaşma Amerika'ya zarar verecek
De Telegraaf, ABD'nin BM İnsan Hakları Konseyi'nden ayrılmasını pek akıllıca bulmuyor:
“Bu Trump'ın, uluslararası örgütleri aşağıladığı kimbilir kaçıncı vaka. Uluslararası ticaret anlaşmalarını istemiyor, G7 ile kavga ediyor, AB'den de sıdkı sıyrılmış. İnanması zor ama anlaşılan Trump'ın 'Önce Amerika' biçimde özetlediği seçim vaadine uygun olarak, bundan sonra kurtulmak isteyeceği kurum NATO olacak. İnsan Hakları Konseyi'nde ortalığı karıştırmak saygın bir davranış. Ama bir alternatif olmadan konseyden çekilmek, akıllıca değil. Hem yalnızlaşma hem de sadece ikili anlaşmalara yoğunlaşmak ABD'nin dünyadaki etkinliğini azaltabilir.”
Sorumluluktan kaçış
Trump, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi'nden ayrılmak yerine, bu kurumu iyileştirmeye katkı sağlasaydı, diyen Politiken, hayal kırıklığına uğramış:
“BM İnsan Hakları Konseyi'nin, insanların özgürce yaşayabilmelerini sağlama kapasitesini güçlendirecek sağlam reformlara ihtiyacı var. Elbette bu sırada otoriter rejimlerin kendisini suistimal etmesine de izin vermemesi gerekir; böyle rejimler genellikle dikkati kendilerinden uzaklaştırmak amacıyla kendi seçtikleri günah keçilerini ortaya sürme eğilimindedir. ABD, dünyaya sırt çevirmek yerine insan haklarının ne işe yaradığını göstermeli. Anlaşılan bu konu Trump'ı meşgul etmiyor. Ne yurtiçinde ne de yurtdışında; çünkü burada da BM İnsan Hakları Konseyi'nde gözünün yaşına bakmadığı otoriter liderlerle içli dışlı olmayı sürdürüyor.”
Sırça köşkte oturan...
Özellikle ABD, insan hakları söz konusu olduğunda büyük konuşmamalı, diyor Pravda:
“Eğer Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, İnsan Hakları Konseyi'nde bundan sonra yalnızca bu konuda örnek üyelerin bulunmasına çaba gösterecekse o zaman burada ABD'ye bir koltuk ayrılır mı sorusu akla geliyor. Sınırlarında çocukları yasadışı şekilde ebeveynlerinden ayıran, çocukların ailelerine nasıl döneceğini planlamadan bunlar için toplama kampları inşa eden bir ülkeden söz ediyoruz; lideri, (beyaz olmayan) yabancılardan 'bela' diye bahseden bir ülkeden. Üstelik başkanlık yolundaki ilk konuşmasında (beyaz olmayan) yabancıları, 'tecavüz, cinayet ve uyuşturucu' getirmekle suçlayıp laf arasında 'bunların bazıları dürüst insanlar' demişti.”