Çin Halk Cumhuriyeti 70 yaşında
Çin Halk Cumhuriyeti, kuruluşunun 70. yıldönümünü büyük bir askeri geçit töreniyle kutladı. Köşe yazarları, Mao Zedong'un 1 Ekim 1949'da kurduğu devletin dönüşümü ve Batı dünyasının bu güçle nasıl baş etmesi gerektiği konusunda birbirlerinden çok farklı değerlendirmelerde bulunuyor.
Göz ardı edilemeyecek bir güç
Batı dünyası bu askeri geçit törenini, nihayet düşüncesini değiştirmek için kullanmalı, diyor Karar:
“Çin dünyaya gücünü hiçbir tereddütte yer bırakmayacak şekilde gösterdi. Umarız bu törenden çıkartılacak sonuç, Çin’in, bırakın 70 yılı bir kenara, 10 yıl önceki Çin olmadığı, aksine askeri ve ekonomik gücüyle ABD tarafından ciddiye alınması, işbirliği yapılması gereken bir devlet olarak görülmesi olur. Gerçekten de Çin değişti. 1978’deki reformlardan sonra ekonomisi her yıl ortalama yüzde 6’lık hızla büyüdü. ... 2010’dan bu yana Çin dünyanın en büyük ikinci ekonomisi, satın alma gücü açısından düşünüldüğünde ise 2014’ten günümüze ilk sırada yer alıyor. Zenginliğin eşit şekilde paylaşıldığını söyleyemesek de geniş halk kesimlerinin refahtan ciddi pay aldığını söyleyebiliriz.”
Çin şimdiye dek nerede çuvalladı?
İzvestiya Çin'in kriz yaşadığı alanları ortaya seriyor:
“Sadece 'aile başına tek çocuk' politikası değil, 'tek devlet iki sistem' yaklaşımı da tökezliyor. Buna ilişkin verilebilecek en iyi örnek, Hong Kong'da yaşanan ve Pekin'in Tayvan ile ilişkilerine de zarar veren güncel olaylar. Çin Halk Cumhuriyeti, Taipei'nin kalan müttefiklerini de kendi tarafına çekmeyi başarsa dahi, Tayvan ve Hong Kong'da yaşayanların sevgisi ve güveni için verdiği mücadeleyi kaybediyor. ... Ancak Çin'in şu sıralar yaşadığı asıl zorluk kendi içinde. Son yıllarda yurtiçinde kentsoylu bir bilince sahip ve demokrasiye aç bir kuşak yetişmeye başladı. Devlet yönetimi de toplumun bu çağrısına daha uzun süre kulaklarını tıkamamalı.”
Demokrasisiz bir kalkınma
Çin'in soluk kesici hikayesi etkileyici olduğu kadar korkutucu da, diyor El País:
“Az gelişmiş ve uluslararası düzlemde esamesi okunmayan bir ülke, sadece birkaç on yıl içerisinde stratejik öneme sahip ve araştırma ve geliştirme alanında lider bir ulusa dönüştü. Dünya çapında görülen teknolojik devrimde de öncü bir rol oynayacak. ... Ancak bu modelin birçok karanlık yüzü de var: İdeolojik bir demir yumrukla yönetilen, kendi içinde ciddi insan hakları ihlalleri yaşanan, dış politikadaysa sarsılmaz bir inanç ve aba altından sopa gösteren bir sisteme dönüşmüş durumda. ... Yetmezmiş gibi Pekin yönetimi yurttaşları için, bir dünya gücü olmaktan çok romanlardakine benzer karanlık bir gelecek vizyonunu hatırlatan bir denetleme sistemi kuruyor. Çin 70 yıl boyunca tek bir demokratik çaba bile göstermeden ne kadar etkin olunabileceğini kanıtladı.”
Çin'in benzersizliği düşündürmeli
Avrupa, Çin'i lanetlemek yerine aradaki esaslı farkları incelese daha iyi eder, diyor sosyolog Mauro Magatti, Corriere della Sera'daki yazısında:
“Çin'in izlediği yol bizi düşünmeye sevk etmeli. Çin hükümeti, refahın koşulu kabul edilen toplumsal uyumu sağlamak adına, 1791 yılında tek gardiyanlı bir hapishane fabrikası tarif eden Britanyalı düşünür Jeremy Bentham'ın hayalini gerçekleştiriyor sanki. ... Mesele Çin'i ve sahip olduğu kültürü lanetlemek değil. ... Modern çağın başlamasından bu yana Batı dünyası ilk kez çağdaş araçlar üretebilmiş bir başka kültürle boy ölçüşmek zorunda kalıyor. Çin ile yaşanan gerginlik, gerek Batı gerekse özellikle Avrupa açısından kendi kültürel etkisinin asli anlamını bir kez daha canlandırmak için bir fırsata dönüşmeli.”
Ürkütücü bir bilanço
Jyllands-Posten sevinecek bir şey görmüyor:
“Küreselleşme, yolsuzluk, eşit haklar, ekonomik özgürlük, insan hakları vs. gibi başlıklarda yapılan uluslararası sıralamaların çoğunda Çin oldukça geride kalıyor -tüm komünist diktatörlüklerin ortak özelliği olan, insanın önemsenmeyişinin bir yansıması. ... Çin'in dünyanın bir numaralı sera gazı üreticisi olması, ekonomik kalkınma ve yoksullukla mücadelenin iklim değişikliği üzerinde devasa etkileri olduğunu kanıtlıyor. ABD Başkanı Trump, Çin'in haksız rekabeti destekleyen faaliyetlerini ticaret politikasıyla frenlemeyi başardı ama Pekin yönetiminin başka ekonomiler için geçerli olan oyun kurallarına uyması isteniyorsa başka önlemlerin de alınması gerekecektir.”
Çin sorunlarını erteliyor
Çin, gerçek bir süper güce dönüşmek istiyorsa daha birkaç engeli aşması gerekecek, diyor sinolog ve film yönetmeni Catherine Vuylsteke, De Standaard'taki yazısında:
“Burada cevaplanması gereken soru, meselelerin, dert olmadan önce daha ne kadar süreyle sümenaltı edilebileceği. Tarihin çarpıtılması, sistematik bir milliyetçi propaganda ve yeni kurduğu sosyal kredi sistemi Çin'e kısa vadede zarar vermeyecektir. Ancak bu durum değişebilir. Üstelik başka büyük sorunlar da kapıda: Çin kültürünün demokrasiyle hiçbir sorunu olmadığını her gün kanıtlayan Tayvan meselesi ne olacak? ... Peki ya aylardır Çin modelinin ihraç edilmesinin özgür dünya için ne anlama geleceğini gösteren Hong Kong konusunda ne yapılacak? Pekin yönetiminin bu zorluklar karşısında vereceği yanıt, kendisini modern, özgürleşmiş ve sorumluluk sahibi bir süper güç olarak adlandırmasının mümkün olup olmadığını gösterecek.”
Maddi refah, özgürlük dürtüsünü ilelebet bastıramaz
Çin halkı, Mao Zedong'un 1949'da ilan ettiği gibi ayağa kalkmayı bir türlü başaramadı, diyor siyasetbilimci Jean-Philippe Béja, Mediapart'taki blog'unda:
“Yaşam standartlarında görülen tartışmasız iyileşme nedeniyle halk yeni yönetime başkaldırmıyor ve dümen başındaki yeni tek adam uğruna giderek daha müdahaleci bir propagandaya katlanıyor. Nobel Barış Ödülü'nün sahibi Liu Xiaobo'nun, maddi refahın özgürlük gereksinimini boğmasını tarif etmek için kullandığı 'domuzun felsefesi' ifadesi, günümüzde her zamankinden daha baskın. Bu felsefeye tabi bir halk, gerçekten de ayakları üzerinde durabilir mi? Bu narkoz hali daha ne kadar sürecek? Hong Kong halkının sergilediği ayaklanma örneği, diktatörlüklerin yapacaklarının sınırsız olmadığını gösteriyor.”