Avrupa ve Yunanistan sınırındaki kriz
Yunanistan polisi ve paramiliter birlikler bir haftadan uzun süredir Türkiye sınırındaki sığınmacı ve göçmenlere gözyaşartıcı gaz ve tazyikli suyla müdahale ediyor. Türkiye'nin sınırları açmasının ardından binlerce kişi Avrupa'ya ulaşmayı umuyor. Avrupa basını, gerek Brüksel yönetiminin gerekse ulusal hükümetlerin mantıklı stratejiler geliştirmesini bekliyor.
AB'nin bu kriz için de bir planı yok
AB İçişleri Komiseri Ylva Johansson'un iki hafta önceki Malta ziyareti sırasında somut bir öneri getirememiş olması, The Times of Malta'yı endişeye sevk etmiş:
“Sığınmacıların üye devletler arasında paylaştırılmasının, 'Avrupa'nın göç ve iltica politikaları konusundaki yaklaşımın önemli bir parçası olduğunu' kabul etmesine rağmen Johansson, herhangi bir somut öneri getirmedi. Orta ve doğu Akdeniz havzasında göçü tetikleyen siyasi olayların, küresel boyutta kontrolsüzce tırmanışa geçtiği bir durumla karşı karşıyayız. Avrupa'nın harekete geçmek için yine bir planının, mekanizmasının ya da siyasi iradesinin olmaması, AB'nin dış sınırında bulunan Malta gibi bir devleti doğal olarak kaygılandırıyor.”
Türkiye, Trakya'yı siyasi bir ara bölgeye çevirdi
Dromos tis Aristeras, Trakya'daki sınır bölgesinin Ankara tarafından bilerek istikrarsızlaştırıldığını söylüyor:
“Ortadoğu'dan gelen halk gruplarının yerleştirilmesi ve bölgenin ordular, STK'lar, istihbarat teşkilatları, paramiliter gruplar, Frontex ve diğerlerinin cirit attığı bir yere dönüşmesi, bizleri çalkantılı günlerin beklediğinin işareti. Yaşananlar, 'Bir bölge nasıl istikrarsızlaştırılır?' el kitabından alıntı gibi. Durum biraz da Kosova'daki Balkan krizi öncesini hatırlatıyor. Erdoğan'ın bugünkü tutumu, yerinden edilen nüfusu hem gerekçe hem de silah olarak suistimal ederek Suriye'ye müdahale ettiği dönemki davranışlarından farksız.”
Aklıselimi korumak
Danimarka'da sağcı popülist iki muhalefet partisi, sosyal demokrat ve yeşil hükümet koalisyonundan, Almanya'yla olan sınırın mültecilere derhal kapatılmasını talep etti. Berlingske bu talebi yersiz buluyor:
“Siyasetçilerin panik ve popülizme kapılmasının nedeni belki de sorunun son derece girift olmasıdır. Ancak şu sıralar ne paniğe ne popülizme ihtiyacımız var. Dolayısıyla hükümetin soğukkanlı davranıp Danimarka'nın AB dış sınırlarının korunmasına nasıl katkı sağlayabileceğini düşünmesi takdire şayan bir tutum. ... Ayrıca sığınmacıların henüz Avrupa'ya ulaşmadığını da vurgulamak gerekiyor. AB'nin 2015 krizinden bu yana hiçbir şey yapmadığı iddiası alenen yanlış. AB'nin dış sınırları, Yunanistan örneğinde de görülebildiği gibi, son yıllarda ciddi anlamda güçlendirildi. Ancak hedefe elbette henüz ulaşmadık.”
Avrupa sınıfta kaldı
Mediapart'ın konuştuğu BM insan hakları uzmanı Agnès Callamard, Yunanistan'ın yasadışı uygulamalarına tüm AB'nin ortak olduğunu söylüyor:
“Cenevre Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, göçmenleri sınırdan uzaklaştırmak için kullanılan geri itme [push-back] yöntemini yasaklıyor. Yunanistan, silahlı çatışma içinde olmadığı ve koşullar olağanüstü hal ilan edilmesini gerektirmediği için yasadışı hareket ediyor. ... Yunanistan uluslararası hukuku ihlal etmesine ediyor ancak ben, Avrupa'nın göç politikalarını da suçluyorum. Sorumluluk taşıyan diğer Avrupa ülkelerini eleştirmeden sadece Yunanistan'ı eleştirmek olmaz.”
Her ülke Yunanistan'ın yaptığını yapar
Buna karşın Cyprus Mail, Yunanistan'ın uluslararası baskıya boyun eğmemesi gerektiğini düşünenlerden:
“Yunanistan, göçmenler ile güvenlik güçleri arasında yaşanan şiddetli çatışmalar yüzünden eleştirildi. Diğer AB ülkeleri farklı mı davranırdı acaba? Macaristan, Avusturya ya da Polonya, sınırlarında toplanmış 10 bin ya da 20 bin göçmeni kabul eder miydi? Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, hükümetinin ülke sınırlarını daha iyi koruduğunu, böylece 2015'teki gibi bir sığınmacı ve göçmen akınının bir daha yaşanmayacağını söyledi. ... Ne olacağını kestirmek zor ama Yunanistan tavrında direterek, BM ve Avrupa Konseyi gibi uluslararası kurumların eleştirilerine rağmen geri adım atmamalı.”
Günah keçisi Erdoğan
Türkiye cumhurbaşkanını sınırı açtığı için suçlamak kolaycılık, diyor Der Standard:
“Erdoğan'ın AB'ye şantaj yaptığı suçlaması yersiz. Üslubuna ilişkin bütün eleştirilere rağmen bu uygulamasının altında meşru bir çıkar yatıyor. Türkiye'nin -dört milyonu yurt içinde, birçoğu da Suriye sınırının öbür tarafında bekleyen- sığınmacı akınıyla baş edebilmek için daha fazla yardıma ihtiyacı var. Bu akını sadece Erdoğan'ın savaş bölgesinde güttüğü siyasetle açıklayamayız. ... Bu insanların kontrolsüz bir şekilde Avrupa'ya gelmesi yerine onlara bulundukları yerde ihtiyaçlarının giderilmesi, Avrupa Birliği için hayati önemi sahip. Bu nedenledir ki, sorumluluk sahibi bir siyaset, Türkiye ile yeni bir sığınmacı anlaşması gibi bir mutabakat arayışı içinde olmayı gerektiriyor.”
Sığınmacılar sizin de sorununuz!
Avrupa artık Ortadoğu'da yaşanan trajedilere daha fazla kulaklarını tıkamamalı, diyor Yeni Şafak:
“Avrupa ve Amerika’nın kalbi olan vatandaşları size sesleniyoruz! Devletleriniz paralı askerleri, başarılarını test ettiği teknolojik aksam ile daha kaç milyon insanı vatansız ve yarınsız bırakacak? Sorun bu soruyu önce kendinize sonra devletinize. Dünya böyle gitmez. ... Vatansız kalan her genç, istikbali çalınan her çocuk sizin çocuklarınızın hayatı için de tehlike, bu gerçek ile yüzleşin artık! Türkiye’yi düdüklü tencere basıncı ile baş başa bırakarak 'insan hakları' , 'mülteci hakları' diyerek pek insancıl maskenizi, hasarsız bir şekilde yüzünüzde tutmanız artık mümkün değil!”
Çocuklarımıza nasıl hesap vereceğiz?
Seznam Zprávy, Avrupa'nın sınırlarını kapaması ne kadar zorunlu görünse de tarih Avrupalıları bu yüzden çok ağır yargılayacaktır, diyor:
“Avrupalıların büyük kesimi insaniyeti umursamıyorsa ve 20. yüzyıl Avrupa tarihinin en korkunç güdülerini temsil eden aşırı uçları seçiyorsa bunu alaycı bir karamsarlıkla kabul etmek, bu duruma ayak uydurmak zorundayız. ... Göç sorunu karşısındaki bu yeni pragmatik yaklaşım, doğal olarak savaştan kaçanların yaşadıkları eleme karşı umursamazlığı arttıracaktır. Aşırılık yanlılarının ve popülistlerin ellerinden silahlarının alınmasının bedeli bu işte. Tarih bizden kesinlikle övgüyle söz etmeyecek. Çocuklarımıza da bunu anlatmakta zorlanacağız.”
Ulusal çıkarlar korunmalı
Yunan devleti mecbur olduğu şeyi yapıyor, diyor hükümete yakın Kathimerini:
“Evlerini kaybetmiş ve daha iyi bir geleceğin peşindeki aileleri ve çocukları kovmayı kimse istemez. Hiç kimse. Ancak bir devletin görevi, bazen ne pahasına olursa olsun ulusal çıkarları korumaktır. Üstelik karşımızdaki sıradan, basit bir insani kriz değil, Yunanistan'a ve Avrupa'ya şantaj yapmak amacıyla yoksul insanları kullanmaya karar vermiş güçlü ve vicdansız bir devlet. ... Bizler için ne olacağı kestirilemez ve asimetrik tehditlerin hakim olacağı zorlu bir dönem başladı. Bunu sağ salim atlatabilmek için kimi zaman sert tutum da takınabilen profesyonel bir devlete ihtiyacımız var.”
AB artık Orbán ve Salvini'nin çizgisinde
Orbán ve Salvini, Yunanistan-Türkiye sınırındaki tablo nedeniyle kutlama yapıyor olmalı, diyor Eric Bonse, Lost in EUrope'daki blog'unda:
“Sığınmacıların tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla uzak tutulduğu ağır silahlarla korunan sınırlar. Üstelik AB'nin yönetim kadrosu bir de keşif ziyaretine giderek sevincini belli etti. ... Salvini, dediğinin çıktığını düşünüyor olmalı. Yardım gemilerinin İtalya limanlarına girişini engellediğinde Brüksel tarafından uyarılmıştı. Şimdi Yunanistan aynısını yapıyor, hem de çok daha büyük ölçekli olarak. AB Komisyonu ise sessiz. Sığınmacıların toplu olarak geri çevrilmesinin ve Yunanistan'da iltica hukukunun askıya alınmasının AB hukukuyla bağdaşıp bağdaşmadığına ilişkin salı günü yöneltilen mükerrer sorular karşısında von der Leyen'in sözcüleri suskunluklarını koruyor. ... 'Anlaşmaların bekçisi' kabul edilen AB Komisyonu'nun olanları görmezden gelmesi ya da bir tepki için bu kadar beklemesini anlamak mümkün değil.”
Avrupa'nın tarihi sahtekarlığı
AB Türkiye-Yunanistan sınırında her türlü ahlaki inandırıcılığını kaybediyor, diyor El Periódico de Catalunya:
“Kendi içinde birbirini öldürmenin binlerce yolunu bulmuş, ırkçılık, üstüncülük, sömürgecilik ve soykırım gibi kavramları icat etmiş Avrupa'nın, İkinci Dünya Savaşı ve Yahudi Soykırımı'ndan sonra ansızın uluslararası insan haklarının en önemli garantörüne dönüşmesi, tarihte görülmüş en büyük tezgahtır. Ancak şimdi, sorunlar kendi sınırları içinde değil de uzak bir ülkede yaşandığında tüm bunların sadece bir göz boyama olduğu anlaşılıyor. Ulvi ilkelerin Avrupası, dumura uğrayıp bir tüccarlar kulübüne dönüşmüş durumda ve sığınmacılara ancak von der Leyen'in koruması ve acıma duygusunu ayırabiliyor. Sonra da kalkıp Donald Trump'ı aşağılamaya kalkıyor.”
AB, Esad ile pazarlık yapmalı
Avrupa Birliği Suriye ile uzun vadeli bir çözümün peşinde koşmalı, diyor Wiener Zeitung'un Ortadoğu muhabiri Markus Schauta:
“Avrupalı siyasiler, Beşar Esad ile Vladimir Putin üzerindeki baskıların arttırılmasını isterse ... bu durum Putin'i pek de etkilemeyecektir. Suriye'ye yönelik olarak alınacak ek yaptırım kararları ... öncelikle halka darbe indirecektir. ... Esad savaşı Rusya'nın yardımıyla kazandı. Artık Şam yönetimine etki etmenin yegane yolu ülkenin yeniden inşasından geçiyor ve burada AB, yardımı belli koşullara bağlayabilir. Belki de işkencenin engellenmesi, bazı reformlar yapılması ve ülkenin federal bir yapıya kavuşması gibi hedeflere ulaşılabilir. ... Bunlar küçük kazançlar olsa da Suriye felaketini sona erdirmek için eldeki tek yöntem. Ancak bunun için AB'nin önce Şam yönetimiyle doğrudan diyaloğa geçmesi gerekiyor.”
AB'nin varlığı için bir tehdit
Zeit Online, AB'nin vicdansızlıkla suçlanmasını abartılı buluyor:
“'Utanın!' Suçlamalar kısaca bu minvaldeydi. Öylesine şiddetli ama bir taraftan da öylesine muğlak bir suçlama ki bu, siyasi bir tartışmayı imkansız kılıyor. Öte yandan böyle bir tartışmanın ivedilikle yapılması gerek. AB geçtiğimiz günlerde kendi haklı çıkarlarına uygun davrandı. Kitlesel, düzensiz göçe izin verilmemesi de buna dahil. İzin verirse kendi varlığını tehlikeye atmış olacak. 2015'teki olaylardan en azından bu dersi çıkardı. ... Bu Avrupa'yı bir kale yapmıyor. ... Avrupa ülkeleri geçtiğimiz yıl yarım milyondan fazla iltica başvurusunu kabul etti. Bu sayı 2015'te 1,3 milyondu. 2019'da sadece Almanya'da 165 binden fazla iltica başvurusu yapıldı. Kısacası, Avrupa günbegün sığınmacıları alıyor.”
Konu sınır güvenliği değil
Göç araştırmaları yapan Roland Hosner, Der Standard için konuk yazar olarak kaleme aldığı yazıda, meselenin salt sınırları korumak olduğu söylemini eleştiriyor:
“Mesele AB'nin dış sınırlarının korunmasıdır demek ... gerçekleri saptırmaktır. Giriş kontrolü yapmak, vizesi, oturma izni ya da iltica başvurusu olmayanları geri çevirmek, elbette sınır koruma birimlerinin görevi. Ancak Yunanistan sınırında, buz gibi soğukta sabırla bekleyen insanların büyük çoğunluğu Suriyeli, Afgan, Iraklı ya da İranlı sığınmacılarsa bu argüman da kendiliğinden çöküyor. Türkiye'nin sorumlu olduğu iddiasının da hukuki bir dayanağı yok. Nitekim Türkiye, güvenli bir üçüncü ülke değil, üstelik Cenevre Mülteci Sözleşmesi'ni bu gruplara uygulamıyor.”
Bir süper güce yakışmıyor
Jutarni list'e göre AB, Suriye krizinde ortak bir siyaset yürüteceğine sağa sola para saçıyor:
“Tıpkı Suriye krizinin çözümünde de olduğu gibi, Avrupa Birliği ne zaman yeterince çabalamadığı eleştirisine maruz kalsa Brüksel hep aynı cevabı veriyor: 'AB en fazla mali destek sağlar.' ... Ancak tam olarak neyi savunduğu sorulduğundaysa cevap veremez. Anlaşılan o ki AB, ancak bir sorun kendinin de sorunu olduğunda tepki veriyor. Suriye'den yeni bir mülteci dalgası gelme ihtimali oluştuğunda ansızın durum Avrupa Birliği'nde büyük telaşa yol açtı. ... Dünyada önemli bir jeopolitik aktör olmak isteyen kimse böyle davranmaz -özellikle de ciddi bir mali ve ekonomik gücü varsa.”
Avrupalılar sorumluluk üstlenmeli
Avgi, paranın tek başına yeterli olmayacağını vurguluyor:
“Atina, AB ile Türkiye arasında yeni bir anlaşma yapılması için baskı yapmalı, ki Dublin Anlaşması'nda kökten değişiklikler olsun ve sığınmacılar sonunda adil bir şekilde Avrupa ülkeleri arasında dağıtılsın. Atina yönetimi Avrupa'nın sorumluluklarını üstlenmesi için tüm imkanlarıyla baskı kurmalı. Yunanistan birkaç milyon avro karşılığında bahçe duvarı olmaya gönüllü olmamalı. ... Atina'nın baskı kurmak için birçok yolu var. Çünkü Avrupa'nın temel kuralı, kararların oybirliğiyle alınmasıdır. Dayanışma olmayan yerde uzlaşma da olmayacaktır.”
Kaçırılan fırsatların bedeli
AB yeni sığınmacılar için kötü bir hazırlık yaptı, diyor Hämeen Sanomat:
“Türkiye'nin aksine AB, sorunu diplomatik yollardan çözmek istiyor. ... Avrupa Birliği, Türk temsilcilerle sığınmacıların durumunu ve Suriye krizini görüşecek. Ama elindeki araçlar maalesef sınırlı. Türkiye'yi güzel sözlerle ikna etmek mümkün değil, hele ki ABD'nin soruna artık müdahil olmak istemediği düşünüldüğünde. ... Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi'ne göre AB ülkeleri, savaştan kaçan mültecilere yardım etmekle yükümlü. Ancak Avrupa'ya gelmeye çalışan göçmenlere ve sığınmacılara dış sınırlarda hizmet verecek ortak merkezler hala kurulmuş değil. Geçmişte kaçırılan fırsatların acısı gelecekte çıkıyor.”
Ortak cephe şart
Kathimerini'ye göre Yunanistan Başbakanı Miçotakis'in şu anda hem Avrupa'nın hem de yurtiçindeki tüm tarafların desteğine ihtiyacı var:
“Şu sıralar mesajdan fazlasına ihtiyacımız olsa da Meriç nehri bölgesine bugün yapılması planlanan ziyaret, yine de güçlü bir mesaj olacak. ... Avrupalı ortaklarımız Yunanistan'ı geçtiğimiz yıllarda, aslında olması gerektiği kadar desteklemedi. ... Bu boyutlarda ulusal bir kriz göz önünde bulundurulduğunda yapılacak tek şey, Yunanistan'da ortak bir cephe kurulması, bütün tarafların suhuletle konuşması, suçlamalardan kaçınılması, Avrupalı liderlerle ve AB içindeki siyasi müttefiklerle işbirliği ve uluslararası topluma ortak bir mesaj verilmesi olacaktır.”
AB elindeki zamanı kötü kullandı
Avrupa 2016'dan beri sığınmacı siyasetinde sadece boş boş oturup bekledi, diyor Macaristan hükümetine yakın Magyar Hírlap gazetesi:
“2016'da Türkiye'yle imzalanan anlaşmayla Avrupa zaman kazansa da bu zamanı değerlendirmedi. Oysa bu anlaşmanın sonsuza kadar geçerli olmayacağı aşikardı: Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan sık sık kapıları açacağını söyledi. Buna rağmen AB yine de kendi güvenliği için gerekli adımları atmadı. ... Sınırların korunması, Avrupa'nın dışında sığınmacı kampları ve özellikle de Viktor Orbán ve Sebastian Kurz tarafından tekrar tekrar dile getirilen 'yerinde yardım' benzeri önlemler çoktan alınmalıydı.”
Avrupa'nın yüreği buz gibi
De Standaard, AB'nin kendisine artık sığınmacılarla baskı yapılmasına izin vermeyeceğini ifade ediyor:
“Sığınmacılara Yunanistan sınırının kapalı kalacağı söylenmedi. Şimdi hepsi sınırdaki tampon bölgeye sıkışmış durumda. Bu insanlar, AB ile Türkiye arasındaki kötü niyetli gövde gösterisinin mahkumları. Erdoğan eğer Avrupa'yı kendi Suriye politikasını desteklemeye zorlamak için sığınmacıların çaresizliğini kullanmayı düşünüyorsa, Avrupa'nın yüreğinin buz gibi olduğunu fark edecektir. 'Başaracağız' sloganı tarihe karıştı artık. Kapı kapandı.”
Propaganda, sığınmacı korkusunu körüklüyor
Ivo Indshev, blog yazısında, Türkiye'den Avrupa'ya gitmek isteyen sığınmacıların çoğunlukla genç erkekler olduğu iddiası çirkin bir yalan, diyor:
“Böylece bu insanların, savaştan kaçmayıp aslında kıtamızın Müslüman ve cihatçı işgaline uğraması gibi sinsi bir planın parçası olduklarına inanan kesimde panik ve korku yaratmaya çalışıyorlar. Sığınmacılar arasındaki genç erkeklerin en büyük grubu oluşturduğu propagandası, savaştan kaçan kadın, erkek ve çocukların oranını araştırıp belgelemiş olan uluslararası bilimsel çalışmalarla kolayca çürütülebilir.”
Sığınmacıların korunma hakkı var
Avrupa'nın sorumluluk üstlenme zamanı geldi, diyor To Vima:
“Sığınmacılar insan ve hakları var; bu Yunanistan için de geçerli. Onlara asalak ve tehdit unsuru muamelesi yapamayız. Uluslararası hukuk, insanların insani korunma alabilecekleri ülkelere güvenli yollardan ulaşma hakkına sahip olduğunu söyler. ... Yunanistan, Erdoğan'ın sinizmine, zorbalıkla tepki vermemeli. Bunun yerine Avrupa'ya sorumluluklarını hatırlatmak fırsatı doğmuş durumda. Avrupa kalesinin koruyucusu olmak, bizim ülkemizin görevi değil.”
Erdoğan'ın kozunu elinden almak
ARD'nin İstanbul muhabiri Karin Senz, tagesschau.de'deki yazısında Avrupa'yı ikiyüzlülükle suçluyor:
“Avrupa Türkiye'ye askeri anlamda ... destek olmayı kesinlikle istemiyor. Ne de olsa bu felaketin sorumlusu kendisi. Doğru, öyle. Ama bu kez Erdoğan'ın hedefini salt güç ve nüfuza indirgeyemeyiz. Onun yapmaya çalıştığı da daha fazla sığınmacıyı ülkesinden uzak tutmak. Erdoğan'ın izlediği bu yol kınanmalıdır. Ama aynı şeyi, insanlık onurunu çiğneyen yöntemlerle Avrupa da yapmaya çalışıyor. Fidye ödeyerek kendini kurtarıyor ve Türkiye'ye ardı ardına milyarlar döküyor. ... Görünürde bir çözüm yok, ama şimdi ilk adımı atmanın tam zamanı. Avrupa ülkeleri Türkiye'den sığınmacı almak zorunda. Böylece Erdoğan'ın elindeki kozu da almış olurlar. Daha da önemlisi, 2015'ten beri ilk kez yine kendilerine yakışacak şekilde insaniyet göstermiş olurlar.”
Kazanan kaos olmamalı
Berlingske'ye göre AB, kendi sınırlarında asayişi sağlamak zorunda:
“Gelişmeler gösterdi ki, Avrupa'nın sınırlarındaki iltica baskısının çözümünü başka ülkelere devretmek çok tehlikeli. O zaman bugünkü gibi şantaj çabalarının kurbanı olur, bu sırada sığınmacıların haklarına saygı gösterildiğinden de emin olamayız. Türkiye gibi üçüncü ülkelerle varılan mutabakatlar tek kalmamalı. Bugün Yunanistan sınırına dayanan binlerce insan, AB'nin dış sınırlarını korumanın ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor bize. AB olarak yapmamız gereken, güçlünün sözünün geçmesini ve kaosu engellemektir. ... Avrupa olarak Suriye'deki askeri harekatlarına son vermesi için Rusya'ya da baskı uygulamalıyız.”
Rusya'ya yeni yaptırımlar ihtimal dışı
Ria Novosti, Erdoğan'ın sınırları açarak AB'yi Rusya'ya karşı daha katı tutum takınmaya zorlayabileceğine inanmıyor:
“Sınırlarındaki sığınmacı kalabalığından ve 2015'teki 'göç krizinin' tekrarlamasından korkan AB'nin Rusya'yı ekonomik yöntemlerle etkileme kararı almaya çalıştığını varsayalım. Bu senaryo (yakın geçmişteki) tarihi deneyimlere ve Paris ile Berlin yönetimlerinin jeopolitik mantığına uymaz. AB'nin, kendine zarar vermeden Rusya'ya uygulayabileceği tüm yaptırımlar zaten halihazırda yürürlükte. Bunun dışındaki her adım olağanüstü hal için hazırda tutulması gereken önlemlerdir. 'Türkiye'nin Suriye'deki çıkarlarını korumak', Berlin ya da Paris'in kendilerine bu kadar acı verecek adımları atmasına değecek bir şey değil.”