COP26: Vaatleri eylemler takip edecek mi?
Devlet ve hükümet başkanlarının Glasgow'da 26. Dünya İklim Zirvesi başlarken yaptıkları konuşmalara aciliyet vurgusu hakimdi. ABD iklim hedeflerini tutturacağını vadetti. Almanya, küresel bir karbondioksit fiyatı belirlenmesini istedi. Hindistan, 2070 yılına kadar iklim nötr olmayı planladığını söyledi. Avrupa basınıysa, niyet beyan etme zamanının geçtiğini düşünüyor.
İklim savaşları başladı
Hindistan'ın iklim hedeflerini açıklaması La Repubblica'ya göre Batı'nın yüzüne bir şamar gibi indi:
“Bu sözleri kendi ülkesinde puan toplamak adına Avrupa'yı ve Amerika'yı suçlayan milliyetçi bir liderin açıklaması olarak yorumlamak kolaycılık olur. ... Modi'nin sözleri bir taraftan da, kökeni Doğu'nun yeni ekonomik güçleriyle onların eski sömürgeci efendileri arasında yüzyıllardır süregiden kanlı, şiddet içeren ve asla çözülemeyen gerilimlerde yatan bir stratejinin sonucu. Glasgow Zirvesi'nin yapılacağının açıklanmasıyla 1,3 milyar nüfuslu bir ülkenin başbakanı, gelişmekte olan ülkelerin Batı'yı ikiyüzlülükle suçladığı bir iklim mücadelesinde kendini yükselmekte olan bir bloğun lideri yaptı.”
Somut rakamlar lazım
Gazeteci Efi Triirix'in Naftemporiki'deki yazısı:
“Şimdiye kadar gösterilen çabalar yeterli değil. Tüm şirketlerin emisyon azaltma planları ve yıllık raporları, finans sisteminde banka varlıklarının sürekli değerlendirildiği bir reform ve birbirine paralel olarak şeffaflık ve sorumluluk şart. Devlet ve özel sektörden yüz trilyonlarca dolarlık finans kaynağı şart. Bir de herkesin kendi söylediklerine göre değil, masaya konan rakamlara göre değerlendirilmesi: Dönüşümün finanse edilmesi, zararlı maddelerin miktarı, emisyon salımının azaltılması ve emisyonların tümüyle ortadan kaldırılması için sürekli yeniden uyarlanması gereken bir plan. Bunlar aciliyet kazanan gerçek bir sürdürülebilirlik için somut rakamlar.”
Asıl konuya gelelim
Süddeutsche Zeitung'a göre, iklim krizine asıl neden olanların G20 zirvesinin ardından krizin yükünü taşıyanlarla karşılaşması iyi bir şey:
“Bunların arasında dizlerine kadar suya batmış olanlar var. Bazıları da kuraklık, sel ya da fırtınalara maruz kalmış. Keza bir başka grup tarım gibi geleneksel ekonomik sektörler batmak üzereyken ya da sıcak dalgaları hayatı ve çalışmayı zorlaştırırken ekonomik bir kalkınmayı nasıl başaracaklarını soruyor kendisine. ... Mağdurlar ve [bu mağduriyete] neden olanlar birbirleriyle konuşmaya başlayınca durum tamamen değişecektir. İşte iklim konferansının sunduğu fırsat bu. ... Çünkü geriye kalan 172 ülke G-20 kulübünün sunduğu olgunlaşmamış ve muğlak şeylerle vakit harcamak istemeyecektir.”
Sıcak hava, Soğuk Savaş yaratıyor
Britanya eski Dışişleri Bakanı William Hague The Times'daki yazısında, uluslararası toplum ortak önlemlerde ısrar etmezse, ciddi çatışmalar çıkabilir, diyor:
“Şimdiye kadar soru şuydu: 'Diğer devletlerle ilişkilerimiz iklim değişikliğiyle mücadelede nasıl yardımcı olabilir?' Ama artık giderek şu soru öne çıkıyor: 'İklim değişikliğiyle mücadele, diğer devletlerle ilişkilerimizi nasıl etkileyecek?' Bu sorunun hiç de umut vermeyen yanıtı ise, inandırıcı anlaşmalar yapmayan ve iklimin korunmasına yönelik önlemler almayan bir dünya, kavgalı, bölünmüş ve tehlikeli bir dünya olacaktır.”
Pekin işini doğru yapmak istiyor
Corriere della Sera'ya göre Çin zirveye katılmasa da net bir stratejisi var:
“Şi, ekolojik zorlukları jeostratejik bir çerçevede geleceğin teknolojilerindeki üstünlük için rekabet olarak yorumluyor. Çin, güneş enerjisi panelleri, rüzgar enerjisi ve pillerde zaten dünyaya hakim ve elektrikli otomobil üretiminin vazgeçilmezi olan metaller ve nadir toprak elementlerinde yarı tekel olmak istiyor. ... Keza yenilenebilir enerji kaynağı olarak gördüğü nükleer enerjideki iddialı planlarından da vazgeçmiyor. ... Şi'nin Glasgow'a gelmemesi, Batılı hükümetlerin vaazlarından ya da kıyamet tellallığı yapmalarından hoşlanmadığının göstergesi.”
Hepimiz sorumluyuz
Expresso zirve başlarken BM Genel Sekreteri António Guterres'in bir çağrısını yayınlamış:
“Bütün ülkeler karbondioksite dayalı eski kalkınma modelinin ekonomi ve gezegenimiz için bir idam fermanı olduğunu anlamak zorunda. Bütün sektörleri, bütün ülkeleri karbondan arındırmalıyız. Fosil yakıt sübvansiyonlarını yenilenebilir enerjiye yönlendirmeli ve insanları değil, kirliliği vergilendirmeliyiz. Karbondioksit için bir fiyat belirlemeli ve buradan elde edilecek geliri dirençli altyapılara ve istihdama kullanmalıyız. Ve kömür madenciliğinden vazgeçmeliyiz. ... İnsanlar hükümetlerden haklı olarak bir şeyler yapmasını bekliyor. Ama ortak geleceğimizi korumak hepimizin sorumluluğu.”
Hileli bir poker oyunu
Le Huffpost'a göre, tarafların sürekli pusuda beklemesi ve spekülasyon yapması çok zararlı:
“Her ülke birazcık verip, aynı zamanda kozlarını korumayı deneyecektir. Kendi ülkesindeki istihdamı tehlikeye atmak istemeyen (Çin gibi) büyük bir kömür üreticisi, kömür üretimimi azaltayım, demeyecektir mesela. Yani müzakere masasındaki herkes kendini korumaya çalışırken bir taraftan da komşularının ortaya hangi kartları attığına bakıyor. Ancak ondan sonra onların peşinden gidip gitmemek konusunda kararını veriyor. Sonuçsa vaatler ve her şeyden önce risklerin belirlediği ürkek adımlar.”
Siyasi irade olmadan iklim de değişmez
Pravda da Glasgow'a endişeyle bakıyor:
“Siyasetçiler, holdingler ve kamuoyu daha birkaç yıl önce öfkeli bir İsveçli kızı 'okula geri yollamış' ve ondan küresel ısınma tehdidini uzmanlarına bırakmasını istemişlerdi. Bugün bu çevreler en iyi ihtimalle sessiz, en kötü ihtimalle de Amazon yağmur ormanlarında tarla açmaya devam ediyorlar. Glasgow'da şimdi 'varoluşsal bir tehdit'ten söz edilecek. Ama çevreyi en çok kirleten sanayiden bu tehdidi ortadan kaldıracak siyasi iradeyi göstermelerini bekleyen yok. Başkalarının yanı sıra Papa'nın da konferansa gönderdiği mesajı ciddiye almalı ve radikal değişiklikler yapmalıyız.”
İhtiyacımız olan şey, iyimserlik
De Morgen, iklim konusunda iyimser olmaya ihtiyacımız var, diyor:
“Hükümetler [AB'nin] güzel planlarını gerçekleştirecek bir siyaset yapmalı. Vatandaşın direnişe geçeceği korkusu çok büyük. Her ülkede, her şehirde bu direnişin meyvelerini yemeye hazır popülist bir oluşum mevcut. İçinde bulunduğumuz enerji krizi ve fiyatlarda bundan dolayı yaşanan enflasyon önemli bir sınav olacak. Hükümetler vatandaşlarını, enerji dönüşümünün en büyük finansal ve ekonomik risklerinden onları koruyacaklarına ikna edemezlerse, bunu gelecekte başaracaklarına dair inanç da -kutuplardaki buzla birlikte- eriyip gidecektir.”
Hep 'son fırsat'tan bahsetmeyelim
The Irish Times'a göre, iklim değişikliğinin sınırlandırılması konusunda küçük ya da geç kalmış adımlar atmak, hiçbir şey yapmamaktan daha iyi:
“COP26'yı değişim için son fırsat olarak tanımlayarak, konferansı başlamadan başarısızlığa mahkum etmiş oluyoruz. Bu zirveyi daha çok sürdürülebilir ve daha temiz bir dünyaya doğru giden yolda varılan yeni bir adım olarak görmeliyiz. COP26'yı son fırsatımız olarak görürsek, iklim değişikliğinin neden olduğu temel zorlukları yanlış anlamış olacağız. Geri dönüşü olmayan bir son fırsat, bir engel ya da bir son nokta yok. Bir derecelik ısınmanın her aşaması önemli. Salınan her bir ton sera gazı önemli. Attığımız -ya da atmadığımız- her adım önemli.”
Dönüşüm ancak böyle olur
The Economist, ironik bir dille iklim zirvesinin faydasız olduğunu söylemek doğru değil, diyor:
“Paris Sözleşmesi zengin ya da yoksul bütün taraflara 19. yüzyılın ortalarından yola çıkarak dünyadaki sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutma yükümlülüğü getirdi. Ülkeler Glasgow'da yeni taahhütler altına girecektir. ... BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve COP26 İklim Zirvesi'nin önemi, bilimin, diplomasinin, aktivizmin ve kamuoyunun süreci desteklemesinden ve bu sürecin temel bir gerçeği tanımanın en iyi yolu olmasından kaynaklanıyor: Sekiz milyara yakın insanın refah içinde yaşadığı bir gezegen hayalini, kömür, petrol ve doğalgaza dayanan bir ekonomiyle gerçekleştirmek imkansız.”
CO2 bilançolarında şeffaflık şart
Ekonomist Hélène Rey, Les Echos'taki yazısında, şirketlerin iklime verdikleri zararın tespiti için standartlar geliştirilmesi çağrısında bulunuyor:
“Şirketlerin karbondioksit emisyonlarını ölçmek büyük bir adım olur. Pazarın işlemesi ve yatırımcıların sermayelerini örnek şirketlere yatırabilmeleri için bu şirketlerin doğrudan ve dolaylı emisyonlarının bilinmesi şart. Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu'nun (IASB) [şirket hesaplarında ilke ve kuralları belirleyen bağımsız bir otorite] denetleme organı olan Uluslararası Finansal Raporlama Standartları Vakfı (IFRS) IASB'ye kardeş bir birim kurabilir. Bu birim de şirketlerin dolaylı ve doğrudan ölçülen emisyonlarını mümkün olduğunca şeffaf ve karşılaştırılabilir hale getirmek görevini üstlenebilir.”
Zengin ile fakir arasındaki fark daha da büyümesin
Právo'ya göre, Avrupa yenilenebilir enerji ısrarıyla dünyanın geri kalanından yapabileceğinden fazlasını istememeye dikkat etmeli:
“Batı, gelişmekte olan ülkelerin enerji dönüşümünden yana olmalarını arzu ediyor. Aralarında ekonomik olarak hızla büyüdükleri için, zararlı emisyon salımı yapan ülkeler de var. Ama bu ülkeler haklı olarak, yenilenebilir enerji kaynaklarının ne kadar etkin ve güvenilir olduğunu ve maliyetini soracaklardır. ... Yüksek enerji fiyatları siyasi depremleri tetikleyebileceği gibi, siyasi istikrarsızlığa da yol açabilir ve zengin ile fakir arasındaki uçurumu derinleştirebilir.”
Gelişmekte olan ülkelere etkin destek zamanı
Kathimerini'nin ABD muhabiri Katerina Sokou'ya göre, Glasgow zirvesinin başarılı olup olmayacağı konusunda Avrupa'nın tali bir rolü var:
“AB, hızlı bir enerji dönüşümü ısrarıyla gündemi belirliyor olabilir, ama asıl önemli olan ABD'nin katkısı. Çünkü ABD dünyanın en yüksek ikinci emisyonuna sahip ülke, ama daha da önemlisi, Paris İklim Sözleşmesi'nin hedeflerine ulaşmak için gerekli önlemleri almaları gereken Çin, Rusya ve Hindistan gibi dünyanın en büyük ekonomilerinin üzerinde baskı kurabiliyor. Jeopolitik çıkarlar bir tarafa bırakılsa bile, sanayi ülkelerinin gelişmekte olan ülkelere enerji dönüşümü için yılda 100 milyar dolar sağlamak konusunda yükümlülüklerini yerine getirmeleri uzlaşıyı kolaylaştıracaktır.”
"Boomer" çağında yaşıyoruz
İklim aktivisti Dominika Lasota, Krytyka Polityczna'daki yazısında, Polonya'nın iklim politikasındaki rolünü eleştiriyor:
“Polonya hükümeti, iklim politikalarının geliştirilmesinde her türlü değişimi engelleyenlerin tarafında duruyor. Avrupa'nın kömüre en bağımlı ülkelerinden biriyiz ve Belchatow ile kıtadaki en büyük iklim düşmanı kömür santralini işletiyoruz. ... Tesadüf değil bu: Bir 'boomer' çağında yaşıyoruz, hükümet edenlerin sadece kazanca ve ekonomik büyümeye, popülerliğe ve miyop ve ucuz siyasi oyunlara prim verdiği bir dönemde. ... Bu kişiler iklimi istikrarsızlaştıran, duyarlı eko-sistemleri yok olmaya sürükleyen, bizi birbirimize düşüren ve ezen bir sistem yaratıyor.”
Tek çare, sabotaj
Siyaset bilimci Kiza Magendane, NRC Handelsblad'daki köşesinde, yeni bir sözleşme neler sağlamalı, diye soruyor:
“Fosilleşmiş kapitalist dünya düzeninin yönetici seçkinleri, muhteşem sözleşmeleri kağıda geçirme, sonra da hiç utanmadan kendi yazdıklarına uymama sanatına tastamam hakimler. ... Canlıları tehdit eden en büyük varoluşsal tehlikelerden biriyle mücadele eden kurumların başarısı çok kısıtlı kaldığına göre, bu kurumların varlıklarını tartışmak gerekmiyor mu? ... Andreas Malm, 'How to Blow Up a Pipeline' (Bir Boru Hattı Nasıl Patlatılır?) adlı cepheleştiren kitabında, iklim aktivizminde sabotajın en akla yakın strateji olduğunu söylüyor. Fosilleşmiş seçkinlerin kulağının en iyi duyabileceği şey, fosilleşmiş mülklerindeki bir patlamadır.”
Hollanda öncülük etmeli
Hollanda'nın yaptığı yeni hesaplamalar, Kuzey Denizi'nin iklim değişikliğiyle düşünülenden daha hızlı yükseleceğini gösteriyor. De Volkskrant uyarıyor:
“Hollanda iklim değişikliğinin en büyük mağdurlarından biri. Bu nedenle küresel iklim tartışmalarına öncülük etmesi mantıklı olacaktır. Ama şimdiye kadar bunun tam tersi oldu. Hollanda Avrupa'da en çok CO2 salımına sahip ülkelerden biri. ... Öncelikle sağcılar olmak üzere giderek daha fazla siyasetçi kaderciliğe karşı çare olarak iklim değişikliğine adaptasyon hayalleri kuruyor. . ... Kıyılarımızı korumak için Kuzey Denizi'nde devasa bir ada inşa edebiliriz mesela. ... Ancak ulusal gururumuz, Hollanda ekonomisini daha sürdürülebilir kılmaya yoğunlaşsa daha iyi olur.”
İklim krizi müfredata girmeli
The Independent'e göre, mevcut eğitim sistemi iklim değişikliği çağında öğrencileri gelecek yaşamlarına gerektiği biçimde hazırlamıyor:
“ İklim krizi ister müteahhit olsun ister banker, ister yaşlı bakıcısı olsun isterse eczacı, herkesi vuracak. Bu da iklim eğitiminin her dersin programında yer alması ve herkesin erişebileceği şekilde derslere entegre edilmesi gerektiği anlamına geliyor. İklim eğitimi yaygınlaştırılmalı ve acil durumların ve ekolojik krizlerin nasıl durdurulacağı ya da azaltılacağı, iklim adaletinin nasıl sağlanacağı ve öğrencilerin ekolojik ve iklim korkularıyla nasıl baş edebilecekleri hakkında bilgi aktarmalıdır. İklim eğitimi de bu korkuları mutlaka azaltacaktır.”
Avrupa iklim gücünü kullanmalı
Düşünce kuruluşu Avrupa Dış İlişkiler Konseyi'nden tarihçi Susi Dennison, El Confidencial'daki yazısında, AB, enerji dönüşümündeki rolünün bilincinde olmalı, diyor:
“AB, enerji dönüşümünde birçoklarından çok daha ilerde olduğu için diğer ülkelere örnek olabilir, öncülük edebilir, deneyimlerini aktarabilir ve pazarlayabilir. ... AB'nin henüz ABD ile karşılaştırılabilecek düzeyde jeopolitik bir ağırlığı yok. Ekonomik gücünü COP26 İklim Zirvesi müzakerelerinde pozisyonunu güçlendirmek için kolektif bir şekilde kullanamıyor AB. ... Öte yandan Avrupa'nın iklim gücü daha ziyade mekanik değişimlerden ve AB ile diğer ülkeler arasındaki etkileşimden ibaret.”
AB örnek olmalı
Avrupa Komisyonu'nun iklimden sorumlu eski komiseri Connie Hedegaard, Le Temps'ta konuk yazar olarak kaleme aldığı yazıda Avrupa'nın kilit rolünü vurguluyor:
“COP26 İklim Zirvesi, dünyanın insanlığın yaşadığı en büyük tehdit karşısında birlikte hareket etmeye karar vereceği bir platform olacaksa şayet, AB'nin buna öncülük edip örnek teşkil etmesi gerekiyor. Dünyanın en büyük ticari birliği, sağlam bir diplomasi kurumu ve hoşgörüyle ve adaletle neler yapılabileceğinin en iyi örneği olan AB kilit bir rol üstlenmezse COP26 İklim Zirvesi fiyaskoyla bitecek. AB ve devlet ve hükümet başkanları ve diplomasi mekanizması felaketi geri çevirmek için hemen harekete geçerse bundan bütün dünya yararlanacaktır. ”
Enerji dönüşümü pürüzsüz olmuyor
Corriere del Ticino'ya göre, büyük iklim hedeflerini gerçekleştirmek zor:
“Yenilenebilir enerjilerin süreksiz olması enerji üretiminde sürekliliğin garanti edilememesini beraberinde getirirken büyük yatırımlar da gerektiriyor. Hatta elektrik kesintilerini önlemek için Almanya'da olduğu gibi çevre kirliliğinin en büyük nedeni olan kömür santralleri de kullanılmak zorunda kalındı. Bu mecburiyetler karşısında hem doğalgaz santrallerinin hem de nükleer santrallerin yeniden faaliyete geçmesi şaşırtıcı olmaz. ... Fransa'dan Birleşik Krallık'a, Çin'den Hindistan'a birçok ülke, enerji dönüşümü adına nükleer enerjiye oynuyor.”
Lobiciler geçişi engelliyor
Il Manifesto, enerji ihtiyacının yenilenebilir enerjiyle karşılanamayacağı iddiası yalan, diyor:
“Yenilenebilir enerji yeterli olduğu kadar ucuz da. Bugüne değin hiçbir ülkenin, sadece birkaç yıl içinde yenilenebilir enerjiyle enerji ihtiyacını yüzde 100 karşılayabilecek olmasına rağmen bu geçişe karar vermemesinin nedeni, çeşitli çıkarların bunu engellemesidir. ... İtalya'da doğalgaz yakıtlı santrallerle yoluna devam etmek isteyen [ham petrol ve enerji şirketi] ENİ'nin hissedarlarının çıkarları bunlar. ... Almanya'da Rusya'yla yapılan dev anlaşmalardan nasiplenenler. Fransa'da ise Avrupa'daki en büyük nükleer santral ağının sağladığı çıkarlar.”
Belediyelerin "yeşil aklaması"
Kopenhag üç yıl içinde sıfır karbondioksit salımlı bir kent olmayı planlıyor. Bunun için başka belediyelerde güneş ve rüzgar enerjisi sistemleri kuruyor ve bu sistemlere sahip olan belediyeleri de ekleyerek rüzgar ve karbondioksit tasarrufunu hesaplıyor. Jyllands-Posten'ın bu hesaba eleştirisi:
“İş dünyasında şirketlerin kendilerini olduklarından daha çevreci göstermelerine 'yeşil aklama' (greenwashing) deniyor. ... Dört belediye göz göre göre aynı şeyi yapıyorsa bunun adı iklim sahtekarlığıdır. Çünkü seçilmiş siyasetçilerin hiçbiri zaten tahrif edilen karbondioksit dökümlerinin tartışılması için çaba göstermiyor. ... Bu durumda belediyeler net karbondioksit salımlarını hesaplayamayacaklarına göre parlamentonun müdahale etmesi ve adil bir yerel iklim bilançosu çıkarması lazım.”
Bu iş böyle yürümez
Birleşmiş Milletler'in yayınladığı raporun içeriği, Frankfurter Allgemeine Zeitung'u kuşkuyla dolduruyor:
“Siyasetçiler uzun vadeli dekarbonizasyon hedefleri açıklıyor, ama özellikle büyük ölçüde emisyon salımı olan şirketlerin politikası fosil yakıtların üretiminde ve yakılmasında büyük bir artışa işaret ediyor. Bu bir maskaralık! Raporda birçok ülkenin yanı sıra Avustralya, Rusya, Suudi Arabistan ve Amerika Birleşik Devletleri'nin adı geçiyor. Linyit üreticisi Almanya da ağzının payını alanlar arasında ... Birçok vatandaş inancını yitirmiş, birçok hükümet yönetimde güçsüz. Bu siyasi olarak açıklanabilir belki, ancak küresel ısınmayla gerekli önlemleri asgari düzeyde tutarak başa çıkılamaz.”
Çok fazla ülke değişim iradesi göstermiyor
Irish Examiner'a göre ülkelerin münferit açıklamaları hayra alamet değil:
“Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in COP26 İklim Zirvesi'ne katılmama olasılığı, zirvede yeni ve daha sert iklim hedefleri kararlaştırma fırsatını büyük ölçüde sekteye uğratacaktır. Çin'deki zararlı madde salımı dünyanın bütün sanayi ülkelerinin toplam emisyonundan daha fazla. ... G20 devletlerinin ancak yarısından azı zirve öncesi iklim hedeflerini, yani zararlı maddelerin azaltılmasına yönelik ulusal katkılarını açıkladı. Umarız bu yaşananlar, küresel ısınma konusunda sık sık tanık olduğumuza benzer büyük riskli siyasi oyunlardan biri değildir.”
Ekonomi doğru yolda
Emisyonların azaltılmasına yönelik teşvikler, bu zirvenin de 2015 Paris Zirvesi benzeri büyük bir başarı olmasını sağlayabilir, diyor The Times:
“Örneğin otomotiv sanayi artık neredeyse sadece elektrikli otomobillerin geliştirilmesine yatırım yapıyor. Küresel çelik endüstrisi 2050 yılına kadar sıfır emisyon konusunda net bir yol haritası çizdi. Finans sektörüyse zararlı madde emisyonlarının azaltılmasına yönelik makul planları olmayan şirketlere finansal destek sağlamaktan giderek imtina ediyor. İklim Zirvesi'nde bu süreci hızlandıracak birçok karar alınabilir. Paris İklim Antlaşması nasıl çevreci teknolojileri ve rüzgar ve güneş enerjisi yatırımlarını katladıysa, Glasgow'da verilecek somut vaatler de şirketlere yeni projelere yatırım yapmaları için güven telkin edecektir. ”
Yaşlı Adam ve Deniz
ABD Başkanı Biden'ın kendi sıralarından gelen baskılar yüzünden planlanan temiz enerji yatırımlarını büyük ölçüde iptal etmeye hazır olması, Corriere della Sera'ya göre kötüye işaret:
“Washington'da Kongre koridorlarında Biden'ı, Hemingway'in 'Yaşlı Adam ve Deniz' romanının baş kahramanı Santiago'yla karşılaştıranlar var. Yaşlı ve tecrübeli balıkçı günlerden bir gün hayatının en büyük balığını yakalar. Balığı kayığına bağlar, ama karaya vardığında balıktan geriye dev bir iskelet kalmıştır. Köpekbalıkları balığın etini tümüyle yemiştir. Biden'in büyük balığı, 3,5 trilyon dolarlık harcama paketi, Amerika tarihinde eşi olmayan bir kamu girişimi. Peki ya köpekbalıkları? Solcular için bu sorunun cevabı çok net: [Demokrat] senatörler Joe Manchin ve Kyrsten Sinema.”
Belki de önce gerçek bir felaket yaşanması gerekiyor
Volkskrant köşe yazarı Bert Wagendorp, dünya siyasetinin tutumundan şikayetçi:
“Bu tavrı Hollandalı çiftçilerden biliyoruz: İklim korumaya ilişkin önlemler elbette alınsın ama gelirimizi azaltmak pahasına değil. Bu yüzden de hiçbir şey yapılamıyor ya da yapılanlar yetersiz kalıyor. Orman yangınları ve sel felaketlerinin günden güne artmasının nedenlerini herkes biliyor. Ama kabul etmek istemiyoruz, çünkü bunun uzun vadeli sonuçları hayal bile edilemez. Belki de herkesi sarsarak uyandıracak büyük bir felaket, örneğin New York'un sular altında kalması gerekiyordur. ... Hala umut var. Ama yavaş yavaş işimiz mucizelere kalır oldu.”